PÜF NOKTASI
Vaktiyle testi ve çanak
çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan
bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkân açmayı arzu eder
olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona:
— Sen, demiş, daha
bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor.
Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve
gidip bir dükkân açar. Açar açmasına da
yeni dükkânında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürah
iler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer
yer çatlamaya başlar. Kalfa, bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez.
Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır.
Usta:
— Sana demedim mi evlâdım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır.
Bunun üzerine tezgâha bir miktar çamur koyar ve:
— Haydi, der, geç bakalım tezgâhın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim.
Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye
başladığında usta, önünde dönen çanağa arada sırada "püf!" diye
üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını
patlatıp giderir. Böylece çırak da bu sanatın püf denilen noktasını
öğrenmiş olur.
Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır.
(İSKENDER PALA - İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK KİTABINDAN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder