Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasına Hoşgeldiniz. Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Ahmet Cevdet Paşa

Ahmed Cevdet Paşa veya Lofçalı Ahmed Cevdet Paşa (26 Mart 1822, Lofça - 26 Mayıs 1895, İstanbul) Osmanlı Devleti'nde on dokuzuncu asırda yetişen Türk devlet ve bilim adamı, tarihçi, hukukçu, şair.
Mecelle'yi kaleme alarak İslam Hukukunu sağlam bir dille kitaplaştıran kişidir. Şekilde batı prensiplerini uygularken özünde şer-i prensiplere bağlı kalmayı uygun gören bir hukuk anlayışı vardı.
Beş defa Adliye, üç defa Eğitim, iki defa Vakıflar, bir defa İçişleri ve bir defa da Ticaret ve Ziraat bakanlığı yapmış bir devlet adamıdır. Devrinde hazırlanan kanunların ve kurulan kurumların büyük kısmı onun elinden çıkmıştı.
Tarih-i Cevdet” adıyla bilinen ve Osmanlı tarihini anlatan on iki ciltlik ünlü eserin yazarıdır.[1] Ayrıca 1855-1865 yıllarında devletin resmi tarihçisi olarak hizmet vermiş bir tarih yazarıdır. Bu sayede dönemin siyasi olaylarını yazdığı "Tezakir-i Cevdet" adlı eseri ortaya çıkardı.
Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk dil bilgisi kitabı kabul edilen "Kavâ'id-i Osmâniyye"'nin ve daha başka dilbilgisi kitaplarının yazarıdır.
En ünlü eserlerinden olan "Kısas-ı Enbiya"’da bütün peygamberleri ve İslam tarihini sade bir dille okuyuculara aktarmış bir yazardır.
İlk Türk kadın romancı kabul edilen yazar Fatma Aliye Hanım’ın babasıdır.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Abdurrahman Es-Sufi

Abdurrahman Es-Sufi (10 yy. Astronomu)

Gökyüzü, göz kamaştırıcı güzelliği ile eski çağlardan beri insanoğlunun merakını celbetmiş, dolayısıyla astronomi ilmi de en eski ilim dallarından biri olmuştur. Ve bu ilim dalı, ehemmiyetini artırarak günümüze kadar gelmiştir. Fakat astronomi, birçok ilim dalında olduğu gibi batıya maledilerek, İslâm'ın bu konudaki katkıları gözardı edilmiştir.

Bugün artık ne kadar örtbas edilmeye çalışılırsa çalışılsın, batı dünyasının içinde hakperest sesler yavaş yavaş yükselmeye başlamıştır. Astronomi Now isimli derginin Mart/93 sayısındaki itiraf şöyle başlıyor:

Müslüman ilim adamlarının, bugünün astronomisi için yaptıkları, çoğu zaman gözardı edilmekte ve onlara lâyık oldukları değer verilmemektedir. Halbuki, 5. asırdan itibaren eski klasik medeniyet çökmeye yüz tutmuş, daha sonra, İslâm âlimleri ilim ve araştırmayı ellerine alarak, günümüzün modern biliminin üzerine oturtulduğu 'tecrübî ilim' metodunu başlatmışlardır. Meselâ, es-Sûfî (903-986), halife el-Me'mun'un 820 yılında kurduğu rasathanenin üyesidir. Bu rasathane, mükemmel bir kütüphaneye sahipti ve burada Batlamyus'un yıldız kataloğu da bulunmaktaydı. 1175'de Arapçadan diğer dillere tercüme edilinceye kadar batının bu kitaptan haberi bile yoktu. Ayrıca, Bağdat'taki bu okulda İslâm âlimleri, Orta Çağın en önemli astronomi aracı olan usturlabı icat etmişler ve geliştirmişlerdir. Es-Sûfî'nin arkadaşı El-Battânî, kendi yıldız katalogu ile listesini geliştirmiş ve bunları, ''Yıldızların Hareketleri'' isimli kitabında toplamıştı. Es-Sûfî'nin kendi yazdığı meşhur kitabında ise (Ürabgrafya), ölçümler yıldızların parlaklıklarına göre yapılmış ve mükemmel bir şekilde kategorize edilmiştir. Yıldızları parlaklıklarına göre listelemeye teşebbüs eden ilk insan Hipparchos'tur. Hipparchos, yıldızları en parlağından en sönüğüne doğru altı kategoriye ayırmıştı. Es-Sûfî böyle eski bir araştırmaya güvenmiyordu, özellikle bu yazıların tercümeleri de çok berbattı.

Asırlara Işık Tutan Bir Âlim: Abdurrahman el-Hazini

Asırlara Işık Tutan Bir Âlim: Abdurrahman el-Hazini



11.yüzyıl sonlarında Türkistan'ın Merv şehrinde doğan ve yetişen Abdurrahman el-Mansur el-Hazini, daha çok el-Hazini olarak tanınmıştır. el-Hazini, ömrünün çoğunu Horasan'da geçirmiş, 12. yüzyılın ortalarına doğru da vefat etmiştir. O, daha ilk talebelik yıllarında ilme olan iştiyakı ve çalışma disiplini ile fark edilmeye başlanmıştır. Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer zamanında bir ilim merkezi hâline gelen Merv'de başta fizik olmak üzere astronomi ve matematikte mümkün olabilen en iyi eğitimi alarak kendisini yetiştirmiştir. Özellikle teraziler, yerçekimi, yoğunluk ve özgül ağırlık konularında, yaşadığı asrın değerli âlimlerinden biri olmuştur.

İlmî şahsiyeti
El-Hazini gözlem ve deneylere oldukça önem veren gerçek mânâda bir ilim adamıdır. Bunun yanında kendisinden önceki ilim ve araştırma âşıklarının da çalışmalarına çok önem vermiş ve özellikle İbn-i Heysem ve Biruni'nin eserlerinden istifade etmiştir.

el-Hazini, dinini öğrenme, anlama ve yaşama konusunda da oldukça şuurlu davranmış, âlime yakışır bir tevazu içinde yaşamıştır. Allah'a inanmanın ilim adamına yeni ufuk ve kapılar araladığına inanmış, başarısının arkasında bu sağlam temelin olduğunu beyan etmiştir.

16 Eylül 2012 Pazar

Abbas Vesim Efendi

Abbas Vesim Efendi

—   Abbas Vesim Efendi, Osmanlı İmparatorluğu zamanında on sekizinci asırda yetişen, Hekim, Hattat ve astronomi alimlerindendir.
—   Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi doğruluğu tam olarak kanıtlanmamış olmakla birlikte 1689 yılında Bursa’da doğdu.


1720 yıllarına kadarki gençlik hayatında kendisi gibi çağının ünlü hekimlerinden olan
Bursalı Ali Münşi ve Ömer Şifai’den tıp,Yanyalı Esat  Efendi’den felsefe dersleri aldı.
Daha sonra Ahmet Mısri’den de astronomi bilimini öğrendi. 1720’li yıllardan sonraki hayatında ise, İstanbul’da Sultanselim Çarşısı’ndaki özel muayenehanesinde serbest
hekimlik yaptı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden
Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti….

15 Eylül 2012 Cumartesi

Abraham Lincoln’un, Oğlunun Öğretmenine Yazdığı Mektup;


Abraham Lincoln’un, Oğlunun Öğretmenine Yazdığı Mektup;

Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını…Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.

9 Eylül 2012 Pazar

Kelebek Kanadının Sırları

Kelebek Kanadının Sırları
Dr. Ahmet TAŞKIRAN   
Sesli Dinle


İlkbaharda böcekler dâhil bütün canlılar gün yüzüne çıkar, değişik renk ve seslerle dünyamızı şenlendirir. Havaların soğumasıyla kaybolan, ısınmaya başlamasıyla da tekrar ortaya çıkan ve baharın geldiğini müjdeleyen canlılardan biri de kelebeklerdir. Böcek türünden canlılar olan kelebeklerin uzunlukları 1,5 ile 100 milimetre arasındadır.

Kelebeklerin kanatları 100 µm (0,1 millimetre) uzunlukta, 50 µm (0,05 milimetre) genişlikte pulcuklardan inşa edilmiştir. Pulcukların şekli, kelebek çeşidine göre değişiklik göstermekte ve nano seviyede hususi bir yapı arz etmektedir. Kitin pulcuklardan yapılmış kelebek kanadındaki pulcuklar, küçük bir köke sahiptir. Bu küçük kökler kanat yüzeyinde bulunan çok daha küçük bir yuvaya hassas bir şekilde yerleştirilmiştir. Kelebek kanadına dokunulduğunda kanattaki pulcuklar yuvadan çıkıp dağılır, böylece kanadın narin yapısı ve hassas dengesi bozulur. Pulcukların güzel olmasına vesile olan ise, üst kısımdaki oyuklardır. Oyuklar, hava akımını sağlayacak şekilde üst üste konulmuş daracık levhalardan (plâklardan) oluşmaktadır. Levhaların üst kısmında, testere dişlerini andıran 100 nm (0,0001 milimetre) derinlikte oyuklar bulunmaktadır. Bunların aralarına yerleştirilmiş yan lifler (teller) ihtiyaç olan stabiliteyi sağlama vazifesi görür. Oyuk yapısı ise, havanın eşit ve katmanlarla tam bir uyum içinde akmasına, ayrıca hava sürtünmesinin azalmasına vesile olmaktadır. Kanatlardaki bu pulcuklu yapılar, kelebeklerin uçuşlarını da bir hayli kolaylaştırır. Bir araştırmada, kelebeklerin uçuş performanslarının pulcuklu kanatlar sayesinde % 10 ile % 35 arasında arttığı tespit edilmiştir.

Avrupa'daki Osmanlı: Başçarşı

Avrupa'daki Osmanlı: Başçarşı 
Murat DUMAN  



Asırlardır farklı millet ve dinlere mensup insanlara ev sahipliği yapması münasebetiyle "Avrupa'nın Kudüs'ü" olarak vasıflandırılan Bosna-Hersek'in başşehri Saraybosna'ya bir grup arkadaşımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz ziyaret, hepimizde derin izler bıraktı. Saraybosna'nın merkezindeki Başçarşı, bizim kültürümüzden ve mimarimizden izler taşıyan bir mekân.

Ülkelerin ruhunu yansıtan şehirler, şehirlerin ruhunu yansıtan mekânlar vardır. Kendine has mimarî ve renkliliğiyle Saraybosna'daki Başçarşı, Avrupa'nın ortasında, klâsik Osmanlı şehir anlayışını ve Türk-İslâm sanatının inceliklerini fevkalâde güzel bir şekilde yansıtmaktadır.

Saraybosna, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedildikten sonra, Trabeviç Dağı'nın eteklerinde yer alan ve bugün "Eski Şehir" (Stari Grad) olarak anılan bölgede önemli imar faaliyetleri başlıyor. Müslüman Boşnakların yaşadığı bu muhitte camiler, medreseler, tekkeler, hanlar, hamamlar, sebiller inşâ ediliyor. Ticaret hayatında temsil ettikleri ahlâk ve dürüstlükle nâm salan Boşnaklar, o tarihlerden itibaren Başçarşı'nın tek katlı, kırmızı kiremitli dükkânlarında rızıklarını kazanmaya çalışıyorlar.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Karadut ve Hikayesi - Bedri Rahmi Eyüboğlu

"Karadutum, çatal karam, çingenem…" diye başlar şiir ve devam eder gider.
Çoğumuz biliriz bu şiir’i.
Ve sanırız ki şair, bu şiiri eşi için yazmıştır!
Oysa şairin eşi için tam bir dramdır bu şiir!

Karadut gerçeği;
Bedri Rahmi - Eren Eyüboğlu aşkı işliyor;
1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüpteki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı.
*
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
*
Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü. Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı, tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu. Çünkü şiirde "kadınım - kısrağım - karımsın" dediği kadın, karısı değildi. Bu şiir’i 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı. Mari Gerekmezyan için.