Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasına Hoşgeldiniz. Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.

9 Eylül 2012 Pazar

Avrupa'daki Osmanlı: Başçarşı

Avrupa'daki Osmanlı: Başçarşı 
Murat DUMAN  



Asırlardır farklı millet ve dinlere mensup insanlara ev sahipliği yapması münasebetiyle "Avrupa'nın Kudüs'ü" olarak vasıflandırılan Bosna-Hersek'in başşehri Saraybosna'ya bir grup arkadaşımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz ziyaret, hepimizde derin izler bıraktı. Saraybosna'nın merkezindeki Başçarşı, bizim kültürümüzden ve mimarimizden izler taşıyan bir mekân.

Ülkelerin ruhunu yansıtan şehirler, şehirlerin ruhunu yansıtan mekânlar vardır. Kendine has mimarî ve renkliliğiyle Saraybosna'daki Başçarşı, Avrupa'nın ortasında, klâsik Osmanlı şehir anlayışını ve Türk-İslâm sanatının inceliklerini fevkalâde güzel bir şekilde yansıtmaktadır.

Saraybosna, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedildikten sonra, Trabeviç Dağı'nın eteklerinde yer alan ve bugün "Eski Şehir" (Stari Grad) olarak anılan bölgede önemli imar faaliyetleri başlıyor. Müslüman Boşnakların yaşadığı bu muhitte camiler, medreseler, tekkeler, hanlar, hamamlar, sebiller inşâ ediliyor. Ticaret hayatında temsil ettikleri ahlâk ve dürüstlükle nâm salan Boşnaklar, o tarihlerden itibaren Başçarşı'nın tek katlı, kırmızı kiremitli dükkânlarında rızıklarını kazanmaya çalışıyorlar.


Eski Şehir'de Müslüman halkın yaşadığı Kovaçi Mahallesi'ndeki büyük şehitlikte Bosna'nın efsanevî lideri Aliya İzzet Begoviç'in mezarını ziyaret ediyor, varlığını milletine adayan bu kahraman ve fedakâr insanın ruhuna Fatihalar gönderiyoruz. Şehitlikten aşağıya yürüyüp, tramvay caddesini geçtikten sonra, ortasında zarif, ahşap bir şadırvanın bulunduğu meydana geliyoruz. Tarihî Başçarşı burada başlıyor. Tarihî şadırvanın olağanüstü bir hava kattığı bu meydanın üç tarafı da Başçarşı'yı oluşturan dükkânlarla çevrili. Burada ahşap işçiliğinin çok zarif ve güzel örneklerini görmeniz hâlâ mümkün. Tek katlı eski binaların çoğu savaş zamanında bombardımana mâruz kalıp harap olmasına rağmen, sonradan itinayla onarılmış. Osmanlı dönemi mimarisini çok güzel yansıtan şadırvan da savaş sırasında şarapnel parçalarından ve mermilerden nasibini almış. Şadırvanın etrafında uçuşan güvercinler şimdilerde barışa kanat çırpıyor. Çarşının birkaç yerinde daha, güzellik ve zarafetleriyle dikkat çeken başka çeşmeler de gözümüze çarpıyor.

Saraybosna demek biraz da "Başçarşı" demek. Boşnaklar kendi dillerinin yapısına uygun olarak buraya "Başçarşıya" diyorlar. Osmanlı şehircilik anlayışının tipik bir yansıması olan bu çarşının benzerlerini bazı Anadolu şehirleri ve kasabalarında da görmek mümkün. Başçarşı'da, klâsik Osmanlı çarşılarını oluşturan unsurların hepsi bir arada varlığını koruyor. Burada sokaklar, hanlar, bedestenler ve camiler çok ahenkli bir uyum içerisinde yer alıyor. Başçarşı'da, "Çizmeculuk, Ciltculuk, Kuyumculuk" gibi o tarihlerden kalma sokak isimleri hâlâ yerli yerinde duruyor. Modern çağın eritici unsurlarına rağmen Başçarşı, zamana direnmiş ve orijinal hâlini büyük ölçüde korumuş görünüyor.

1992–1995 arasında Bosna'yı kasıp kavuran savaş döneminde şehrin etrafındaki dağlarda mevzilenen Sırp topçusunun öncelikli hedefleri arasında yer alan Başçarşı, o acı günlerin izlerini neredeyse tamamen silmiş. Yine de bazı binaların duvarlarında tek tük de olsa kurşun izlerini görmek mümkün.

Boşnaklar arasında yaygın bir menkıbeye göre, zamanında Saraybosna'nın ulu kişileri -hattâ bunların arasına Bosna fatihi Sultan Mehmed Han'ı katanlar da var- şehri dört bir taraftan kuşatan tepeleri günlerce adımlamışlar. Gece-gündüz ara vermeden o günkü Saraybosna'nın etrafında daire çizerek Kur'ân-ı Kerîm'i hatmetmiş, tesbih çekmişler. Bu güzel âdet sonraki yüzyıllarda da Saraybosna medreselerinde okuyan talebeler tarafından devam ettirilmiş. Ve o gün bugündür şehrin en karanlık ve umutsuz günlerinde bile düşman Saraybosna'ya girememiş. Yirminci yüzyılın sonlarında yaşanan ve insanlık tarihinin en acı sayfalarından biri olarak daima hatırlanacak olan savaş sırasında Sırplar, üç yıl boyunca şehri kuşattıkları, mâsum insanları aç ve susuz bıraktıkları, katletmeye çalıştıkları hâlde Müslüman halk direnmiş. Tarihî şehir, inanılmaz boyutlardaki askerî güç dengesizliğine, ağır bombardıman sonrasında birçok bölgesi yerle bir olmasına ve tecrit edilip yalnızlaştırılmasına rağmen, acımasız Sırp saldırıları karşısında boyun eğmemiş. Bütün bu yaşananlar, halk arasında, şehrin mânen muhafaza edildiğine dâir inancı artırmış. Tıpkı Mostar'daki Sarı Saltuk'un yattığı Blagay (Alperenler) Tekkesi'ni bombalamak isteyen Hırvatların bir türlü isabetli atış yapamamaları gibi.

Sıra sıra dizilen tek katlı dükkânların arasından "Gazi Hüsrev Bey Camiî"ne ilerliyoruz. Taş döşeli sokakta yürürken giriş kapısı ilk başta pek de fark edilmeyen tarihî bir han bizi âdeta kendine çekiyor. Burası Başçarşı'nın en zarif mekânlarından biri olan "Moriçe Han". İki katlı ahşap han binası, eskiden kervansaray olarak kullanılmış. Ortasında bir avlunun yer aldığı yapının üst katında odalar, alt katında ahırlar ve yüklerin depolandığı mekânlar bulunuyor. Nice önemli hâdiseye şahitlik eden Moriçe Han'ın avlu duvarlarını bir zamanlar renkli minyatürler süslermiş. Hattâ bu minyatür ve süslemelerin arasında şiirler yazılıymış. Her adım atışınızda geçmişten bir nağme sunarcasına gıcırtı sesi çıkartan ahşap merdivenle hanın üst katına çıkılıyor. Kim bilir, zamanında Moriçe Han'ın odalarında kimler konuk oldu? İki yıla yakın bir zaman Bosna'da kalan ve meşhur Tezakir'inde Bosna ile ilgili gözlemlerini uzun uzun anlatan Cevdet Paşa bu merdivenlerden kaç defa indi çıktı acaba? Buralar gezilirken etrafa keşke bir de bu nazarla bakılabilse, bugünle geçmiş arasında esaslı bir bağ kurulabilse. Hanın oldukça bakımlı ve temiz odaları şimdilerde turistik eşyaların satıldığı dükkânlara dönüştürülmüş.

Nihayet Başçarşı'daki en önemli eserlerden biri olan Gazi Hüsrev Bey (Begova) Camiî'ne geliyoruz. Sultan İkinci Bayezid'in torunu, bir başka ifadeyle Kanunî Sultan Süleyman'ın halasının oğlu Gazi Hüsrev Bey'in türbesi caminin avlusunda sol tarafta yer alıyor. Bu büyük insanın vefatından 16 yıl sonra tamamlanan 1557 tarihli türbe oldukça bakımlı. Burada aynı zamanda Sakal-ı Şerif var, Ramazan ayında Kadir gecesi ziyarete açılıyor. Bu türbenin yanı başında ise Murat Bey Türbesi yer alıyor.

Cami avlusunun çok hoş bir havası var. Başçarşı'nın sokaklarını gezip yorulduktan sonra buranın atmosferi insanı dinlendiriyor. Cami avlusunun karşı tarafında yer alan medrese, 1537 yılında Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılmış. Yanında daha küçük ebatta bulunan Kurşunlu Medresesi var. Avludaki şadırvanın ahşap işlemeli tavanına yedi farklı yazı stilinde "Biz her şeyi sudan yarattık." (Enbiya 12/30) meâlindeki âyeti kerîme özenle yazılmış.

Külliye karakteri taşıyan bu mekânda ayrıca şadırvan, abdesthâne, muvakkithâne, ezân taşı, mektep, kurşunlu medrese ve saat kulesi yer alıyor. Saat kulesini süsleyen alaturka saat, Avrupa'da bu sistemle çalışan tek saat olma hususiyeti taşıyor. Özel bir çalışma sistemi olan bu saat, bir usta tarafından her gün kuruluyor. Zamana ve savaşın yıpratıcılığına meydan okuyan tarihî saat kulesinin etrafında da yine kırmızı kiremitli ahşap dükkânlar, hanlar ve kapalı çarşılar yer alıyor.

İslâm'ın asırlardır yaşandığı bu topraklarda Boşnak Müslümanlar namazlarını vaktinde ve cemaatle eda etmeye özen gösteriyorlar. Kendi ifadeleriyle, "İslâmiyet'in bu coğrafyaya gelmesine vesile olan Türklerden aldıkları güzel âdetlerden biri" de bu. Belki şehrin caddelerinde, sokaklarında her daim göremiyor olsak da, Boşnak halkı İslâm'a ve birbirlerine bağlılar. Geçmişte tam on defa soykırıma uğramış bu milletin yaşadıkları, onların birbirlerine sımsıkı bağlarla tutunmalarına zemin hazırlamış.

Boşnakların gönlünde, bu topraklara çok emeği geçmiş Gazi Hüsrev Bey'in ayrı bir yeri var. Bânisi olduğu cami, şimdi olduğu gibi savaş günlerinde de genç-ihtiyar, kadın-erkek Saraybosna halkının koştuğu bir mâbed olmuş. Mimarî yapısı ve mânevî atmosferiyle insanın ruhunu dinlendiren bu kutlu mabedin bir diğer özelliği, minarelerinden ezân okunurken hoparlörün kullanılmaması. Güzel sesli Boşnak müezzinler beş vakit caminin şerefesine çıkıp ezân okuyorlar. Bu camide, Gazi Hüsrev Bey'in ölüm tarihi olan 1541 yılından beri asırlardır her gün (savaşlar ve komünizm döneminde, silâhların gölgesinde ve top sesleri arasında bile) öğle namazından sonra, kesintisiz bir şekilde hatim indiriliyor. Müslüman Boşnaklar, içinde son derece ince bir vefa duygusu da barındıran bu geleneklerini İnşallah kıyamete kadar devam ettirmek istiyorlar. Bizler de onların bu niyetini takdirle karşılıyor, bu topraklarda bir daha kan akmamasını ve mâsum insanların ölmemesini Rabb'imizden niyaz ediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder