Dua edin 100 yaşını göreyim
RÖPORTAJ - SAMET ALTINTAŞ - 4 Kasım 2012
Prof.
Dr. Halil İnalcık, yaşayan en büyük Türk tarihçisi… 1916 doğumlu
İnalcık, en son ‘The Survey of Istanbul 1455’ (İstanbul Tahriri) adlı
çok ses getirecek eserini yayımladı. 60 senedir İstanbul ve Fatih
üzerine çalıştığını söyleyen İnalcık, yine ezber bozacak bilgiler
paylaşıyor. Ona göre Avrupa’nın İstanbul üzerine bakışı yanlı ve gerçek
dışı. Fatih, İstanbul’u yakıp yıkmadı. Talan edilmiş bir şehri zirveye
taşıdı. İnalcık’a göre Türkiye, iç meselelerini bir an önce halletmeli.
Bunların başında da yeni anayasa geliyor.
Prof.
Dr. Halil İnalcık, evin balkonundan el sallıyor ve “Hoş geldiniz, şeref
verdiniz.” diyor. İnalcık Hoca’nın evinin her köşesi kitaplarla kaplı.
Kendi deyimiyle atölyesi… 97 yaşında olmasına rağmen gayet dinç,
sağlıklı ve nüktedan. Yeni kitapları ile ilgili çalışmalar yaptığı
odaları gösteriyor bize. Duvarda 1989 yılında kaybettiği eşi Şevkiye
Hanım’ın büyük bir resmi göze çarpıyor. “Hanım olmayınca ev böyle
dağınık oluyor işte.” diye iç geçiriyor bir ara. Halil Hoca’nın günlük
ihtiyaçları kendisine tahsis edilen bakıcı bir hanım tarafından
karşılanıyor. Evdeki her eşyanın ayrı bir hikâyesi var. Ama en çok
balkona bakan koltuk, hoca için ayrıca önemli. Çünkü bu koltuğa oturup
bahçedeki kavak ağacı ile dertleşiyor; hatta ona şiirler okuyor…
Kitaplar ve yazma ile ömrünü geçiren İnalcık’ın tek isteği eserlerini
tamamlamak. “Dua edin de Tanrı bana 100 yaşını görmeyi nasip etsin.”
temennisinde bulunuyor.
Bugün Osmanlı deyince akla ilk sizin çalışmalarınız geliyor. Geriye dönüp baktığınızda “Daha üretmem gereken eserler var.” diyor musunuz?
Olmaz mı... Ben yazarken hâlâ heyecanlanıyorum. Evin her odası ayrı bir atölye. Bir oda Fatih ve İstanbul kitaplarımla dolu. Diğer odada Devlet-i Aliyye’nin ikinci cildi için gerekli çalışmalarım var. Yemek masamın üstü Bizans kitaplarıyla çevrili. Hatta bir misafirim gelmişti, kitapları görünce bana, ‘Siz nerede yemek yiyorsunuz?’ diye sormuştu. Bunun dışında evimin başka bir köşesini ise Rusya üzerine yaptığım çalışmalara ayırdım. Benim hayatım kitaplarımı yazmak ve tamamlamak üzerine kurulu. Bunları bitirmeden ölmek istemiyorum. Tezgâhın üstünde dört kitap çalışmam var, yüzde 80’i bitti sayılır.
Allah ömür versin 100 yaşınıza az kaldı…
Üç sene kaldı... 100 yaşını iple çekiyorum. İçimde hâlâ çalışma azmi var çünkü. Dua edin de 100 yaşından sonrasını da göreyim… Yeni kitaplarımla ilgili sizinle yine görüşürüz. Son zamanlarda romatizma ve kireçlenme dolayısıyla pek çıkamıyorum dışarıya. Kendime dikkat etmem gerekiyor.
Kendinize dikkat etmek için neler yapıyorsunuz?
İlimle uğraşmanın verdiği bir zihin açıklığı var. Herkes böyle söylüyor. 97 yaşındayım ama hâlâ bunamadım. Onun dışında erken yatıp erken kalkıyorum. Şaşıracaksınız ama uyku saatim 22.00. Sabah 06.00’da uyanıyorum. Kahvaltıda, doktorlar tarif ederken kullanıyorlar ya, kibrit kutusu kadar beyaz peynir yiyorum. Zeytin ve zeytinyağı soframdan eksik olmuyor. Domates, salatalık, bir de yumurta oluyor. Yumurta Tanrı’nın bir mucizesidir. Bağırsakları yumuşak tutmak için incir, kayısı yiyorum. Yanında da sütlü kahve içiyorum. Kırk sene önce sigarayı bıraktım. Washington’da Şükrü Elekdağ’ın tertip ettiği yemekte bir beyefendi vardı. Baktım konuşamıyor. Sebebini sordum, ‘Çok sigara içmekten gırtlak kanseri oldu.’ dediler. Ertesi gün sigara paketini çöpe attım.
Araştırmalara, kitaplara ara verip uzaklaşmak, kaçmak istediniz mi?
Hani, şu beş-on katlı turist gemileri var ya, onlara atlayıp dünya turu yapmak istedim. Buna niyetlendim hatta ama kitaplar... Aklım hep onlarda. Peşimi bırakmıyorlar. Kaçamadım o yüzden.
Yıllarca Amerika’da devam ettiğiniz çalışmalarınızı bırakıp 1992’de Türkiye’ye gelmek zor olmadı mı?
Rahmetli İhsan Doğramacı, beni Amerika’dan Türkiye’ye getirmek istediğini söyledi. Ben de ‘Katiyen olmaz, kitaplarımı bırakıp Türkiye’ye yerleşirsem faaliyetlerim kesilir. Benim bütün kütüphanem burada, 10 bin kitabım var, gelemem’ dedim. İhsan Bey de hiç düşünmeden ‘Kitaplarınızı da getirtiriz.’ diye cevap verdi. Ve hakikaten kitaplarımı, 250 koliyi 17 bin dolar verip uçakla getirtti. İyi de oldu. Adıma enstitü kuruldu. Kitaplarım için özel kütüphane açıldı. Ve buradan bir sürü tarih talebesi yetişti.
Türkiye’ye gelişinizle Osmanlı Tarihi çalışmaları farklı bir boyut kazandı. Öncülük ettiğiniz Osmanlı arkeolojisi bilinmeyen bir alandı.
Arkeologlar, ‘Osmanlı arkeolojisi olmaz’ dediler bana. Ben de kuruluş döneminin bu kazılarla aydınlatılabileceğini hiç durmadan anlatmaya çalıştım. İlk kazıyı da Osmanlı’nın ilk sarayı Bursa Bey Sarayı’nda yaptım. Bugün sarayın tavan duvarlarına ulaşıldı kazılarla. Hatta geniş bir Bizans dehlizine de ulaştık. Bütün bunlar, Osmanlı’nın ilk dönemlerini açığa çıkaran çalışmalardı. Benim gibi bir çılgın daha ortaya çıkarsa o kazılar devam eder.
Bugün Osmanlı deyince akla ilk sizin çalışmalarınız geliyor. Geriye dönüp baktığınızda “Daha üretmem gereken eserler var.” diyor musunuz?
Olmaz mı... Ben yazarken hâlâ heyecanlanıyorum. Evin her odası ayrı bir atölye. Bir oda Fatih ve İstanbul kitaplarımla dolu. Diğer odada Devlet-i Aliyye’nin ikinci cildi için gerekli çalışmalarım var. Yemek masamın üstü Bizans kitaplarıyla çevrili. Hatta bir misafirim gelmişti, kitapları görünce bana, ‘Siz nerede yemek yiyorsunuz?’ diye sormuştu. Bunun dışında evimin başka bir köşesini ise Rusya üzerine yaptığım çalışmalara ayırdım. Benim hayatım kitaplarımı yazmak ve tamamlamak üzerine kurulu. Bunları bitirmeden ölmek istemiyorum. Tezgâhın üstünde dört kitap çalışmam var, yüzde 80’i bitti sayılır.
Allah ömür versin 100 yaşınıza az kaldı…
Üç sene kaldı... 100 yaşını iple çekiyorum. İçimde hâlâ çalışma azmi var çünkü. Dua edin de 100 yaşından sonrasını da göreyim… Yeni kitaplarımla ilgili sizinle yine görüşürüz. Son zamanlarda romatizma ve kireçlenme dolayısıyla pek çıkamıyorum dışarıya. Kendime dikkat etmem gerekiyor.
Kendinize dikkat etmek için neler yapıyorsunuz?
İlimle uğraşmanın verdiği bir zihin açıklığı var. Herkes böyle söylüyor. 97 yaşındayım ama hâlâ bunamadım. Onun dışında erken yatıp erken kalkıyorum. Şaşıracaksınız ama uyku saatim 22.00. Sabah 06.00’da uyanıyorum. Kahvaltıda, doktorlar tarif ederken kullanıyorlar ya, kibrit kutusu kadar beyaz peynir yiyorum. Zeytin ve zeytinyağı soframdan eksik olmuyor. Domates, salatalık, bir de yumurta oluyor. Yumurta Tanrı’nın bir mucizesidir. Bağırsakları yumuşak tutmak için incir, kayısı yiyorum. Yanında da sütlü kahve içiyorum. Kırk sene önce sigarayı bıraktım. Washington’da Şükrü Elekdağ’ın tertip ettiği yemekte bir beyefendi vardı. Baktım konuşamıyor. Sebebini sordum, ‘Çok sigara içmekten gırtlak kanseri oldu.’ dediler. Ertesi gün sigara paketini çöpe attım.
Araştırmalara, kitaplara ara verip uzaklaşmak, kaçmak istediniz mi?
Hani, şu beş-on katlı turist gemileri var ya, onlara atlayıp dünya turu yapmak istedim. Buna niyetlendim hatta ama kitaplar... Aklım hep onlarda. Peşimi bırakmıyorlar. Kaçamadım o yüzden.
Kütüphanemi uçakla getirdiler
Yıllarca Amerika’da devam ettiğiniz çalışmalarınızı bırakıp 1992’de Türkiye’ye gelmek zor olmadı mı?
Rahmetli İhsan Doğramacı, beni Amerika’dan Türkiye’ye getirmek istediğini söyledi. Ben de ‘Katiyen olmaz, kitaplarımı bırakıp Türkiye’ye yerleşirsem faaliyetlerim kesilir. Benim bütün kütüphanem burada, 10 bin kitabım var, gelemem’ dedim. İhsan Bey de hiç düşünmeden ‘Kitaplarınızı da getirtiriz.’ diye cevap verdi. Ve hakikaten kitaplarımı, 250 koliyi 17 bin dolar verip uçakla getirtti. İyi de oldu. Adıma enstitü kuruldu. Kitaplarım için özel kütüphane açıldı. Ve buradan bir sürü tarih talebesi yetişti.
Türkiye’ye gelişinizle Osmanlı Tarihi çalışmaları farklı bir boyut kazandı. Öncülük ettiğiniz Osmanlı arkeolojisi bilinmeyen bir alandı.
Arkeologlar, ‘Osmanlı arkeolojisi olmaz’ dediler bana. Ben de kuruluş döneminin bu kazılarla aydınlatılabileceğini hiç durmadan anlatmaya çalıştım. İlk kazıyı da Osmanlı’nın ilk sarayı Bursa Bey Sarayı’nda yaptım. Bugün sarayın tavan duvarlarına ulaşıldı kazılarla. Hatta geniş bir Bizans dehlizine de ulaştık. Bütün bunlar, Osmanlı’nın ilk dönemlerini açığa çıkaran çalışmalardı. Benim gibi bir çılgın daha ortaya çıkarsa o kazılar devam eder.
Kuruluş dönemi ile
ilgili çalışmalarınız hayatınızın önemli bir parçası. Bunun yanı sıra
yakın dönemlerle ilgili de araştırmalarda bulunuyorsunuz. Mesela Rusya
ile ilgili ‘Çok yönlü bir araştırma içindeyim’ dediniz… Rusya’yı
gündeminize almanızın sebebi nedir?
Hiçbir devlet birdenbire kesilmez, devamlılık vardır. Tarih, tekerrür etmez. Ama ana hatlarıyla bir milletin kültürü vs. devam eder. Rusya, tıpkı Çarlık Rusya’sı gibi Türkiye’yi çevirmeye çalışıyor. Suriye meselesinde Putin’in beyanı, gayet tehditkâr... İlişkilerimiz çok samimi görünüyor. Ama Rusya’nın geleneksel politikası şudur: Her şeyden evvel Boğazlar’ın kontrolünü elinde tutmak. Biz bunu Montreux’de çözüme kavuşturduk. Türkiye, Batı ve Rusya arasında muvazene içinde. Bu denge, Avrupa’nın aleyhine geliştiği zaman Türkiye tehlikededir. Bugün İngiltere’nin yerini ABD almıştır. Bu durum son zamanlarda sarsıldı. Batı’da ana mesele ekonomi meselesi. Rusya ile ittifak halinde Çin ortaya çıktı. Dünya stratejisi Türkiye aleyhine işliyor. İki sene önce komşularımızla dosttuk. Gayet başarılı bir diplomasi vardı. Ama Rusya’nın kurnaz bir siyaseti var. Türkiye’yi güneyden çeviriyor. Asıl mesele Rusya ile Batı. Bu sebepten Şark meselesi hâlâ devam ediyor. Avrupa ile Rusya arasında Türkiye’nin geleceği konuşuluyor. Türkiye’nin varlığı iki süper güç arasında.
Dünya stratejisinde Türkiye’nin yerini nasıl okuyorsunuz?
Dünya stratejisinde iki senedir büyük bir değişim var. Rusya Türkiye’yi koltuğunun altına aldığı anda Avrupa bitmiştir. Rusya, Batı karşısında çok güçlü. Afganistan’da niçin büyük devletler mücadele halindedir? Afganistan Asya’nın tavanıdır. Çin’i, Pakistan’ı, Hindistan’ı, İran’ı kontrol edersiniz. Oradaki mücadelenin sebebi bu. Afganistan, dünya politikasının merkezi. Vaktiyle Çin, Rusya hâkim olmak istedi oralara. Şimdi Batı cephesi yerleşmek istiyor. Çin ve Rusya, Afganistan’dan Batı’yı kovmakta. Bunun önemi şu: Biz Batı cephesindeyiz ve kaybediyoruz. Batı’ya karşı Rusya ve Çin anlaştı. Putin’in çok kuvvetli bir nüfuzu var. Bu, Rusya politikası. Maalesef Türkiye’nin dört tarafı hâlâ düşmanlarla çevrili.
Suriye meselesine bakışınız nedir?
Suriye hiçbir zaman dost olamaz, bir aralık olur göründü. Atak ve akıllı bir liderimiz var. Türk devlet büyükleri, hem AK Parti hem CHP hem MHP, tehlikeli durumu görmek zorunda. Ama onların derdi seçimlerde oylarını artırmak. Ben tarihçi olarak bunu müşahede ediyorum. Balkan Savaşları’nın 100. yılı bize bir şeyler söylemeli. Onlar için birinci mesele, halkın oyunu artırmak. Seçim sath-ı mailinde olan bir hükümetin, dışarıdaki meseleleri ne kadar güç olursa olsun asıl meselesi iç siyasettir.
Dış politikamız son dönemlerde çok hareketli. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, bugün bir bunalım devresinde. Devlet adamlarımız her şeyden önce Türk devletinin geleceğini düşünmek zorunda. Dış politikamız sürekli tahrik ediliyor. Çok dikkatli ve uzak görüşlü davranmalıyız. Güneyde Irak politikamız uzun vadede iyi değil. İran’a zaten güvenilmez. Tarihte hiçbir zaman güvenilir bir devlet olmadı.
Bir tarihçi olarak Batı’nın bize bakışı nasıl? Batı yakasında değişen bir şey var mı?
Batı, İstanbul’un fethini ve Ayasofya’yı hiçbir zaman unutmadı. Avrupa’nın Haçlı görüşü Papalık eliyle devam ediyor. Avrupa’nın idealist gençleri Türkiye aleyhine çalışır. Bir de self determinasyon meselesi var. Millî devletimiz Batı’nın bu politikasına intibak etti. 1912 Balkan Harbi’nden sonra Türkiye şöyle bir safhaya girmiştir: Anadolu’da Türk etnisitesine dayanan millî hâkimiyet kurma. Meşrutiyet gençliğinin benimsediği ideoloji şudur: Rumeli gittikten sonra, hilafet artık bitmiştir. Atatürk de bunlardan biriydi.
İç meselede neler halledilmeli?
Anayasa meselemiz bir an önce hallolmalı. Yeni anayasa Türkiye için dönüm noktası. 1998’de tevcih edilen TBMM Onur Ödülü töreninde ‘Anayasa, bir an evvel değişmelidir.’ dedim. Bizim anayasamız yamalı bohçaya benzer, içinde her şey var. Hâlbuki anayasalar, ana kanunları halletmeli. Devletin ana prensiplerini tespit etmeli. Eğer böyle teferruata kaçarsak daima mesele çıkar. Türkiye’de anayasanın kendisi bir mesele. Amerikan anayasasında temel prensipler, hep aynıdır. Yazılacak olan metin anayasa olmalı, yasalar mecmuası değil. Her etnisite, her anayasada kendi emniyetini bulur. Ekonomik gelişmeyi devam ettirmeliyiz. Türkiye’nin geleceği her şeyden önemli.
Hiçbir devlet birdenbire kesilmez, devamlılık vardır. Tarih, tekerrür etmez. Ama ana hatlarıyla bir milletin kültürü vs. devam eder. Rusya, tıpkı Çarlık Rusya’sı gibi Türkiye’yi çevirmeye çalışıyor. Suriye meselesinde Putin’in beyanı, gayet tehditkâr... İlişkilerimiz çok samimi görünüyor. Ama Rusya’nın geleneksel politikası şudur: Her şeyden evvel Boğazlar’ın kontrolünü elinde tutmak. Biz bunu Montreux’de çözüme kavuşturduk. Türkiye, Batı ve Rusya arasında muvazene içinde. Bu denge, Avrupa’nın aleyhine geliştiği zaman Türkiye tehlikededir. Bugün İngiltere’nin yerini ABD almıştır. Bu durum son zamanlarda sarsıldı. Batı’da ana mesele ekonomi meselesi. Rusya ile ittifak halinde Çin ortaya çıktı. Dünya stratejisi Türkiye aleyhine işliyor. İki sene önce komşularımızla dosttuk. Gayet başarılı bir diplomasi vardı. Ama Rusya’nın kurnaz bir siyaseti var. Türkiye’yi güneyden çeviriyor. Asıl mesele Rusya ile Batı. Bu sebepten Şark meselesi hâlâ devam ediyor. Avrupa ile Rusya arasında Türkiye’nin geleceği konuşuluyor. Türkiye’nin varlığı iki süper güç arasında.
Dünya stratejisinde Türkiye’nin yerini nasıl okuyorsunuz?
Dünya stratejisinde iki senedir büyük bir değişim var. Rusya Türkiye’yi koltuğunun altına aldığı anda Avrupa bitmiştir. Rusya, Batı karşısında çok güçlü. Afganistan’da niçin büyük devletler mücadele halindedir? Afganistan Asya’nın tavanıdır. Çin’i, Pakistan’ı, Hindistan’ı, İran’ı kontrol edersiniz. Oradaki mücadelenin sebebi bu. Afganistan, dünya politikasının merkezi. Vaktiyle Çin, Rusya hâkim olmak istedi oralara. Şimdi Batı cephesi yerleşmek istiyor. Çin ve Rusya, Afganistan’dan Batı’yı kovmakta. Bunun önemi şu: Biz Batı cephesindeyiz ve kaybediyoruz. Batı’ya karşı Rusya ve Çin anlaştı. Putin’in çok kuvvetli bir nüfuzu var. Bu, Rusya politikası. Maalesef Türkiye’nin dört tarafı hâlâ düşmanlarla çevrili.
Suriye meselesine bakışınız nedir?
Suriye hiçbir zaman dost olamaz, bir aralık olur göründü. Atak ve akıllı bir liderimiz var. Türk devlet büyükleri, hem AK Parti hem CHP hem MHP, tehlikeli durumu görmek zorunda. Ama onların derdi seçimlerde oylarını artırmak. Ben tarihçi olarak bunu müşahede ediyorum. Balkan Savaşları’nın 100. yılı bize bir şeyler söylemeli. Onlar için birinci mesele, halkın oyunu artırmak. Seçim sath-ı mailinde olan bir hükümetin, dışarıdaki meseleleri ne kadar güç olursa olsun asıl meselesi iç siyasettir.
İran’a güvenilmez
Dış politikamız son dönemlerde çok hareketli. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, bugün bir bunalım devresinde. Devlet adamlarımız her şeyden önce Türk devletinin geleceğini düşünmek zorunda. Dış politikamız sürekli tahrik ediliyor. Çok dikkatli ve uzak görüşlü davranmalıyız. Güneyde Irak politikamız uzun vadede iyi değil. İran’a zaten güvenilmez. Tarihte hiçbir zaman güvenilir bir devlet olmadı.
Bir tarihçi olarak Batı’nın bize bakışı nasıl? Batı yakasında değişen bir şey var mı?
Batı, İstanbul’un fethini ve Ayasofya’yı hiçbir zaman unutmadı. Avrupa’nın Haçlı görüşü Papalık eliyle devam ediyor. Avrupa’nın idealist gençleri Türkiye aleyhine çalışır. Bir de self determinasyon meselesi var. Millî devletimiz Batı’nın bu politikasına intibak etti. 1912 Balkan Harbi’nden sonra Türkiye şöyle bir safhaya girmiştir: Anadolu’da Türk etnisitesine dayanan millî hâkimiyet kurma. Meşrutiyet gençliğinin benimsediği ideoloji şudur: Rumeli gittikten sonra, hilafet artık bitmiştir. Atatürk de bunlardan biriydi.
İç meselede neler halledilmeli?
Anayasa meselemiz bir an önce hallolmalı. Yeni anayasa Türkiye için dönüm noktası. 1998’de tevcih edilen TBMM Onur Ödülü töreninde ‘Anayasa, bir an evvel değişmelidir.’ dedim. Bizim anayasamız yamalı bohçaya benzer, içinde her şey var. Hâlbuki anayasalar, ana kanunları halletmeli. Devletin ana prensiplerini tespit etmeli. Eğer böyle teferruata kaçarsak daima mesele çıkar. Türkiye’de anayasanın kendisi bir mesele. Amerikan anayasasında temel prensipler, hep aynıdır. Yazılacak olan metin anayasa olmalı, yasalar mecmuası değil. Her etnisite, her anayasada kendi emniyetini bulur. Ekonomik gelişmeyi devam ettirmeliyiz. Türkiye’nin geleceği her şeyden önemli.
Ben aslında edebiyatçı olacaktım!
Edebiyat da tarih kadar hayatınızın bir parçası… Edebî üretimleriniz de oldu mu?
Benim şair olduğumu bilmiyor musunuz? (Yerinden kalkıyor bahçedeki kavağa bakıp İngilizce yazdığı şiiri okuyor) “Kavak sen her baharı görüyorsun. Peki, ben önümüzdeki bahara çıkacak mıyım?” dedim. Bu kavağın yıl boyunca değişimini görürüm. Kuşları, düşen yaprakları görürüm. Kime anlatayım derdimi? Kavağa anlatıyorum... Aruzla yazılmış şiirlerim de var...
Hangi şairleri seversiniz?
Fuzuli... Gençliğimde Nazım okurdum. Ben aslında edebiyatçı olacaktım. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne girince işler değişti.
En sevdiğiniz roman hangisi?
Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah’ı... Peyami Safa’yı çok beğenirim. Fakat üslup olarak Refik Halid bambaşka. Biz o Türkçeyi maalesef öldürdük, yazık oldu. Kültür sahibi olmak isteyen insanlar, İngilizce, Fransızca kelimeler kullanıyor. Buna şiddetle karşıyım. Bu, Türk kültürü ve diline ihanettir. Münevver görünmek için yabancı kelimeler bol bol kullanılıyor. Geçenlerde bir bakanı dinledim. Bir saatte 30 tane yabancı kelime kullandı. Bu züppelik Tanzimat ile başladı. Ömer Seyfeddin, Refik Halid gibi isimlerin Türkçesini devam ettiremedik.
Peki, hiç roman yazmak istediniz mi?
Tabii... Gençliğimde romana başladım. Bulgaris-tan’da Müslüman bir Türk genci ile bir Bulgar kızı arasındaki aşkı yazdım. Müslüman ve Hıristiyan arasındaki çelişkiyi anlatan bir romandı. Balıkesir’de okurken 16 yaşında başlamıştım. Hem matematikte hem edebiyatta birinciydim. Sınıf beni çok severdi, mümessildim. Romanı pasajlar halinde sınıfa okurdum. Heyecanla dinlerlerdi. Sonra kayboldu…
Siz ilk ne zaman âşık oldunuz?
Dur şimdi… Onları karıştırma… (Gülüyor)
Klasik müzik dinlerim. Mozart’ı, Haydn’ı çok severim, saatlerce dinlerim. Geniş bir müzik arşivim var. Klasik Türk müziği, Avrupa klasik müziği kadar büyük bir sanattır. Ama yeni müzik pespaye. Kalp yarası diyorlar. Aşk ile yara birleşir mi? Ne kadar korkunç... Klasik Türk müziğini de bozdular. Bunların başında da Münir Nurettin gelir. Zeki Müren’e ise tahammül edemem. Safiye Ayla’yı, Behiye Aksoy’u çok severim...
Spora ilginiz nasıl?
Ben futbolcuydum gençliğimde. (Gülüyor) Mektep takımında sağ açıktım. İyi top oynardım.
Peki, hangi takımlısınız?
Kızıltoprak’ta dünyaya geldim. Fenerbahçeliyim...
Benim şair olduğumu bilmiyor musunuz? (Yerinden kalkıyor bahçedeki kavağa bakıp İngilizce yazdığı şiiri okuyor) “Kavak sen her baharı görüyorsun. Peki, ben önümüzdeki bahara çıkacak mıyım?” dedim. Bu kavağın yıl boyunca değişimini görürüm. Kuşları, düşen yaprakları görürüm. Kime anlatayım derdimi? Kavağa anlatıyorum... Aruzla yazılmış şiirlerim de var...
Hangi şairleri seversiniz?
Fuzuli... Gençliğimde Nazım okurdum. Ben aslında edebiyatçı olacaktım. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne girince işler değişti.
En sevdiğiniz roman hangisi?
Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah’ı... Peyami Safa’yı çok beğenirim. Fakat üslup olarak Refik Halid bambaşka. Biz o Türkçeyi maalesef öldürdük, yazık oldu. Kültür sahibi olmak isteyen insanlar, İngilizce, Fransızca kelimeler kullanıyor. Buna şiddetle karşıyım. Bu, Türk kültürü ve diline ihanettir. Münevver görünmek için yabancı kelimeler bol bol kullanılıyor. Geçenlerde bir bakanı dinledim. Bir saatte 30 tane yabancı kelime kullandı. Bu züppelik Tanzimat ile başladı. Ömer Seyfeddin, Refik Halid gibi isimlerin Türkçesini devam ettiremedik.
Peki, hiç roman yazmak istediniz mi?
Tabii... Gençliğimde romana başladım. Bulgaris-tan’da Müslüman bir Türk genci ile bir Bulgar kızı arasındaki aşkı yazdım. Müslüman ve Hıristiyan arasındaki çelişkiyi anlatan bir romandı. Balıkesir’de okurken 16 yaşında başlamıştım. Hem matematikte hem edebiyatta birinciydim. Sınıf beni çok severdi, mümessildim. Romanı pasajlar halinde sınıfa okurdum. Heyecanla dinlerlerdi. Sonra kayboldu…
Siz ilk ne zaman âşık oldunuz?
Dur şimdi… Onları karıştırma… (Gülüyor)
Gençliğimde futbolcuydum…
Yoğun çalışmalarınız arasında dinlenmek için neler yapıyorsunuz?Klasik müzik dinlerim. Mozart’ı, Haydn’ı çok severim, saatlerce dinlerim. Geniş bir müzik arşivim var. Klasik Türk müziği, Avrupa klasik müziği kadar büyük bir sanattır. Ama yeni müzik pespaye. Kalp yarası diyorlar. Aşk ile yara birleşir mi? Ne kadar korkunç... Klasik Türk müziğini de bozdular. Bunların başında da Münir Nurettin gelir. Zeki Müren’e ise tahammül edemem. Safiye Ayla’yı, Behiye Aksoy’u çok severim...
Spora ilginiz nasıl?
Ben futbolcuydum gençliğimde. (Gülüyor) Mektep takımında sağ açıktım. İyi top oynardım.
Peki, hangi takımlısınız?
Kızıltoprak’ta dünyaya geldim. Fenerbahçeliyim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder