Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasına Hoşgeldiniz. Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.

7 Haziran 2012 Perşembe

Bir Halk Şâiri Yunus Emre


Yunus şiirleriyle, ilâhileriyle, efsâneleriyle Türk halkının yüzyıllarca hâfızasında yer etmiş, dilinde canlanmış, ruhunda yaşamış ve göz yaşlarında akmıştır. Yunus Emre, büyük, engin ve içten bir halk şâiridir. O, temiz bir Türkçe ile halka Allah sevgisinin erişilmez heyecanını duyurmağa uğraşmış ve bunda da başarılı olmuştur. Ona göre, tabiatta her şey Allah’ı aramakta ve Allah’ı anmaktadır.
Yunus’ta derin bir tasavvuf kültürü görülür. O, Oğuz lehçesinin en güzel eserlerini vererek Türk halk dilini
edebi bir dil durumuna getirdi. Yaşadığı dönemde Farsça edebî dil, Arapça ise ilim dili idi. Yunus Emre, sade ve basit bir dille ilâhî düşüncelerin en güzel anlatımını verdi.
Yunus Emre’nin yaşadığı devir, Anadolu'nun içine dönük,  umutsuz, bezgin bir dönemidir. Moğol akınları karşısında yenik düşen Anadolu  Selçuklu Devleti, Türkmen Boylarının ikide bir ayaklanmasıyla tümden güçsüz  kalmış, halktan koparak, kendi derdinde, kendi yaşantısını sürdürme çabasına  düşmüştür. Üst üste gelen kıtlık ve sürekli kuraklıklar, bitkin ve ezik halkın yaşama umudunu kırmıştı.
Halk, gerçek mutluluğun ölümden sonra var olacağını, bu geçici dünyada, arı-duru bir gönülle Allah’a yönelmeyi. telkin eden mutasavvıf şeyhlerin çevresinde küme küme toplanmıştır. Yunus, bu ortamda,
bir aşk ve sevgi güneşi olarak Anadolu'da doğmuş, umutsuzlara umut vermiş, Anadolu'nun gönlü ve dili olmuştur.
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım
Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni.

Çeşitli söylentiler, Yunus Emre'nin yaşantısına renk katar. Bir kıtlık günü Hacı Bektaş-ı Velî'nin dergâhına varmış, buğday istemiş. Ona, buğday yerine “himmet” teklif edilmiş. “Hayır, demiş buğday isterim.” Çuvallarını buğdayla doldurmuşlar. Köyüne dönerken yarı yolda aklı başına gelmiş. Geri dönerek Hacı
Bektaş'tan “erenler himmeti” dilemiş. “Senin kısmetin Taptuk Emre'dedir” demişler ve Taptuk Emre'ye ısmarlamışlar.
Yunus, tam kırk yıl Taptuk Emre'nin Dergâhı'na odun taşımış. “Taptuk Dergâhı'na odunun eğrisi bile
gerekmez” diyerek, kırk yıl tek bir eğri odun getirmemiş. Sonunda, muradına ermiş ve kendisine izin verilmiş.

Dirildik pınar olduk,
İrkildik
ırmak olduk,
Aktık denize daldık,
Taştık Elhamdülillâh.

Taptuğun
tapusunda,
Kul olduk kapısında,
Yunus miskin çiğ idik
Piştik
Elhamdülillâh.


diyerek, diyar diyar dolaşmış, içinde yanan ateşin közüyle, şiirler söylemeğe başlamış.Bundan sonra, Yunus'un gönlünde ilâhî aşk'tan başka bir şeye yer yoktur artık. Bu aşkın potasında yanıp yakılmakta, bu
yanışın iniltileri Yunus'u ozanlaştırmaktadır.
Artık Yunus yok, ortada aşk var, aşkın terennümleri var. Yunus, bu aşk harmanında savrulan buğday
taneleri gibi estikçe aşk, döküldükçe aşk:

Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün'ü günü
Bana seni gerek
seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum

Bana seni gerek seni...
Yunus Emre, Anadolu'da doğan, yine Anadolu'da batan bir tasavvuf güneşidir. Yaşadığı çağda Türkçe bir kenara itilmiş, hor görülmüşken, Yunus, Türk dilini, bütün incelik ve güzellikleriyle sırtlamış, ayağa kaldırmış, kendinden sonra gelen ozanlara öncülük etmiştir.
Yunus Emre’nin dili, Anadolu'nun öz dilidir. Anadolu Türklüğünün yüreği Yunus'ta çarpar, bu yürek, tüm kükrekliğiyle Yunus'ta dile gelir :

Gönlüm düştü bu sevdaya
Gel gör beni aşk neyledi
Başımı
verdim kavgaya
Gel gör beni aşk neyledi.

Ben ağlarım yana yana

Aşk boyadı beni kana
Ne âkilim ne divâne
Gel gör beni aşk
neyledi.

Onun doyumsuz sevgisinde, tüm insanlığın sesini duyarsınız. Bu seste gerçek inanç, Allah sevgisi, insan değeri ve var olmanın sevinci vardır. Tüm kötülüklerden arınmış, duru bir gönülle seslenir insanlığa:

Adımız miskindir bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz
kimseye kin tutmayız
Kamu âlem birdir bize...

derken, insanları anlayış ve dayanışmaya, birliğe ve dirliğe davet eder. Onun bu çağrısı “sevgi”
ocağınadır. Seslenir:

Gelin tanış olalım,
İşi kolay
kılalım.
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.

Yunus Emre’nin bilinen iki eseri vardır. Biri, Risaletü’n-Nushiyye ya da (Öğüt Risalesi) adıyla
aruz ölçüleri içinde yazılmış, tasavvufî, ahlâkî, dinî bir eserdir. Ötekisi ise, asıl büyük şiir gücünü yansıtan Dîvân’ıdır.

Son araştırmalara göre, Yunus Emre, 1321 yılında, yetmiş yaşlarında olduğu halde, hayata gözlerini kapamıştır. Porsuk suyu ile Sakarya’nın birleştiği yerde bir zaviyesi olduğu ve oraya gömüldüğü rivayetler arasındadır. Bursa’da gömülü olduğu da söylenir.

Erzurum’daki Tuzcu Köyü yakınında, Manisa’nın Salihli ve Kula kazaları arasındaki Emre Köyü’nde, Keçiborlu kasabası civarındaki bir köyde Yunus Emre’nin mezarı diye gösterilen yerler varsa da onun asıl mezarının seven ve sevilenlerin gönlü olduğu bir gerçektir.

UNESCO, 1971-1972 yılını bütün dünyada Yunus Emre Yılı olarak kabul etmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder