Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasına Hoşgeldiniz. Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.

10 Şubat 2013 Pazar

HERCAİ

HERCAİ

Çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine aşık olurlar, her bahar diğer çiçekler gibi
onlar da açıp güneşe merhaba derler. Fakat bir bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine; "Biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım kışın ortasında herkesin soğuktan kaçtığı karlı günlerde açalım ki bütün doğa bize ait olsun" der. Ve ikisi de o bahar açmamaya karar verirler. Biri açmak için kışın gelmesini ve karın yağmasını beklerken, diğeri o yaz açar. O gün bügündür karda açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe kardelen, sevgilisini yarı yolda bırakan çiçeğe de hercai denilir. İşte bu yüzden hayırsız sevgiliye Hercai diye hitap edilir.
 

Mehmet Âkif Ersoy


Mehmet Âkif Ersoy ,Malta'da 8 odalı bir konakta dünyaya gelmiştir. Annesi Emine Şerife Hanım Buhara'lıdır. Babası Tahir Efendi Fatih Medresesi müderrislerindendi. Eğitimine mahalle mektebinde başlamış, Fatih Merkez Rüştiyesinde devam etmiş burada Arapça,Farsça,Fransızca,Türkçe derslerinde birincidir.Ayrıca şiiri çok seviyordur, okuduğu ilk şiir kitabı "Leyla ile Mecnun"dur. Rüştiye bittikten sonra hayatında onu en çok etkileyen 2 olay babasının ölümü ve tek sığınakları evlerinin yanması peş peşe gelmiştir, babasının öğrencilerinden biri bu aileye bir ev yaptırarak biraz olsun yardımcı olmaya çalışmıştır.Geçim sıkıntısına rağmen öğrenimini tamamladıktan sonra Mülkiye Baytar Mektebine yazılmış 1893'te yine birincilikle mezun olduktan sonra memurluk hayatı başlamış bu sırada öğretmenlik yaparak ve şiir ilgilenerek hep kendini geliştirmeye çalışmıştır. Yayın hayatına girişi Meşrutiyet sonrası olmuştur.

Nazım Hikmet


Nazım Hikmet,15 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu. 3 Haziran 1963'te Moskova'da yaşamını yitirdi. Dedesi Mevlevi tarikatından Nâzım Paşa. Midhat Paşa'nın yakın arkadaşı. Babası Hikmet Bey, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) mezunu, Kalem-i Ecnebiye'ye bağlı bir memur. Annesi Celile Hanım, dilci, eğitimci Enver Paşa'nın kızı. İlkokuldan sonra arkadaşı Vâlâ Nurettin'le birlikte Mekteb-i Sultani'nin hazırlık sınıfına yazıldı. Ailesi parasal sıkıntıya düşünce ertesi yıl Nişantaşı Sultanisi'ne devam etti. Dedesi Nâzım Paşa'nın etkisiyle şiir yazmaya başladı. 1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi. 1919'da mezun oldu, Hamidiye Kruvazörü'ne güverte subayı olarak atadı. Aynı yıl kış aylarında daha önce yakalandığı zatülcenp hastalığı tekrar etti. Sağlık kurulu raporuyla 1920'de askerlikten çıkarıldı. Bu sırada hececi şairler arasında genç bir ses olarak ünlendi. Bahriye Mektebi'nden öğretmeni olan Yahya Kemal Beyatlı'ya hayrandı. Yazdığı şiirleri gösterip eleştirilerini alıyordu. 1920'de Alemdar Gazetesi'nin düzenlediği yarışmada birincilik kazandı. Bu ödül ününü artırdı. İstanbul'un işgal altında olduğu günlerde heyecanlı direniş şiirleri yazdı. 1921'de arkadaşı Vâlâ Nurettin ile birlikte Ankara'ya gitti. İstanbul gençliğini milli mücadeleye katılmaya çağıran bir şiir yazdılar. Şiir çok beğenilince Bolu'ya öğretmen olarak atandılar. Bolu'da kalpaklı bu iki genç tepki gördü. Peşlerine gizli polis takıldı. Nâzım ile Vâlâ Nurettin Moskova'ya gitmeye karar verdiler. Batum üzerinden Moskova'ya ulaşıp "Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi"ne kaydoldular. Nâzım burada "serbest şiirle" tanıştı. İlk serbest şiirlerini yazdı. Bunlardan bazıları 1923'te Yeni Hayat, Aydınlık gibi dergilerde yayınlandı.

URGAKİNA KANUNLARI (İLK YAZILI KANUNLAR)

URGAKİNA KANUNLARI (İLK YAZILI KANUNLAR)

Urgakina bir sümer kralıdır. Onun koyduğu yasalar tarihteki ilk yazılı kanunlardır. Yasaların önem arzeden bir diğer yönü ise ilk sosyal reform, ilk mülkiyet hakkı gibi; kendi zaman şartlarına göre büyük devrimlerdir. Tarihte bilinen en eski yazılı kanunu hazırlatan kişi. Kendisinin adı ile anılmış bu kanun basit kurallar içerir, daha çok "tarla sürenin, hayvan sağanındır" mantığı ile hazırlanmış ve dönemin ur şehrinde dini eksenli bir yönetim süren ve halkı ekonomik anlamda sömüren din adamlarının urukagina tarafında bir gece devrimi ile alaşağı edilmesi üzerine yazılmış kanunlar bütünü. Takriben mö. 3 bin de gerçekleştiği söylenmektedir. Ayrıca urukagina tarihin ilk devrimcisi sayılır bu olayla. Aşağı Mezopotamya'da bulunan Sümerlerin kralı Urgakina tarafından ilk yazılı kanunlar oluşturulmuştur (M.Ö. 2375). Bu kanunların cezalandırma yöntemi genel olarak "fidye" yani "bedel" sistemine dayalıydı.) Bataklıkları kurutarak tarım arazilerini oluşturmayı başarmışlardır.

Mevlid Kandili (Kutlu Doğum)

Mevlid Kandili (Kutlu Doğum)

Mevlid Kandili Nedir Anlamı bilgi ; İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bu mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.

O'nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.

Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.

Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.

AŞININ TEMELİNİ ATAN HEKİM: EDWARD JENNER

AŞININ TEMELİNİ ATAN HEKİM: EDWARD JENNER

İngiliz doktor Edward Jenner, insanlığı çiçek hastalığı gibi çok bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalıktan kurtaran kişidir. 18. yüzyılın sonlarına kadar her yıl yüz binlerce kişi bu hastalıktan ölüyordu. Küçük bir kasaba doktoru olan Jenner'ın bulduğu çiçek aşısının uygulanmasıyla giderek çiçek salgınlarının önü alınabildi ve nihayet 1970'lerin sonlarında bu ürkütücü hastalık tümüyle yeryüzünden silindi.
Edward Jenner İngiltere'nin Gloucester-shire ilindeki küçük Berkeley kasabasında doğdu ve öğrenim yılları dışında bütün yaşamını bu kasabada geçirdi. 21 yaşındayken Londra'ya giderek ünlü İngiliz cerrah John Hunter'ın öğrencisi oldu. 1773'te tıp diplomasını alınca da doktor olarak çalışmak üzere Berkeley'e döndü. Gördükleriyle yakından ilgilenen çok meraklı bir insandı. Hastalarını yoklamak için at sırtında çevre köyleri dolaşırken, sığırlardan insana bulaştığı için sığır çiçeği denen ve çok daha hafif geçen benzer bir hastalığı atlatanların çiçek hastalığına yakalanmadıklarını fark etti. O çağlarda, birçok bulaşıcı hastalığı bir kez geçirenlerin ömür boyu bağışıklık kazandıkları biliniyordu. Hatta Türkler, çiçek hastalığını hafif atlatan kişilerin vücudundaki döküntülerden aldıkları irini sağlıklı kişilerin derisindeki bir çizikten içeri vererek yapay yoldan bağışıklık yaratmayı bile denemişlerdi. Böylece o insan da çiçek hastalığını hafif atlatacak ve bir daha aynı hastalığa yakalanma tehlikesi olmayacaktı. Ne var ki, sağlıklı kişilerin ağır bir çiçek hastalığına yakalanarak ölmesine yol açan bu yöntemin sakıncası çok geçmeden anlaşılmıştı.

Anadoluda'ki ilk cami

 
Antakya’da bulunan tarihi cami. Anadolu’da yapılan ilk camii olarak bilinir. Camii Roma dönemine ait bir pagan tapınağının üzerine inşa edilmiştir. Günümüzdeki cami Osmanlı dönemi eseridir, etrafı medrese odaları ile çevrilidir. Avlusunda 19.yy eseri bir şadırvan bulunur. Caminin kuzeydoğu köşesinde İsa’nın havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya(Pavlos) ile onlara ilk inanan ve şehit edilen ilk kişi olan Antakyalı Habib-i Neccar’ın türbesi bulunur.
Antakya şehri, İslam Devleti’nin lideri Halife Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından 636 yılında fethedildiği dönemde fethin simgesi olarak, Habib-i Neccar ve İsa’nın iki havarisinin mezarının bulunduğu yerde, bir cami inşa edilmiştir. 1098 yılında Haçlılar’ın eline geçen ve 1099’da Antakya Prensliği halini alan şehri Memluk Sultanı Melik Zahir Baybars fethedince camiyi yeniden yaptırmıştır. Caminin medrese duvarlarında üzerinde Baybars’ın adı olan bir kitabe vardır. Depremlerden zarar gören cami ve minaresi birçok kez yenilenmiştir.

Kıssaya göre, M.S. 40’lı yıllarda (İsa), havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya’yı (Pavlus)Antakya’ya gönderir. Bu iki elçi Antakya'ya girerken koyunlarını otlatan marangoz Habib-i Neccar ile karşılaşır (neccar, marangoz demektir). Neccar, yatalak oğlunun elçiler tarafından iyileştirilmesi üzerine İsa'nın getirdiği dine iman eder. Ancak Antakyalılar elçileri hoş karşılamaz ve onları hapse atarlar. İsa, bunun üzerine Barnabas’ı şehre üçüncü elçi olarak gönderir. Elçilerin tüm çabalarına rağmen halk İsa’nın dinine inanmaz ve onları öldürmeyi planlar. Bunu öğrenen Habib-i Neccar, şehre giderek Antakyalılara "Sizden hiçbir ücret talep etmeden Hakk dinini anlatan bu elçilerin söylediklerine uyun" diye seslenir. İsa'nın elçileri de, Habib-i Neccar da işkence altında şehit olurlar. Bu olay Kur'an’ın Yasin suresinde anlatılmaktadır.

Napoléon Bonaparte- Rusya Seferi


Napoléon Bonaparte- Rusya Seferi:

Napolyon’un Rusya Seferinin Sebepleri

Napolyon’un Rusya Seferinin en önemli sebebi şüphesiz ki Rusya’nın Napolyon’un kurduğu kontinental sistemden çekilmesidir. Trafalgar Deniz Savaşı’nda(1805) İngiltere’nin Fransız ve İspanyol donanmalarını yenmesinden sonra Napolyon İngiltere’nin ekonomik üstünlüğünü bu ülkeyle ticareti yasaklayarak ve kendi milli ürünlerini Avrupa pazarından çekerek yıkmayı planlıyordu.1807 yenilgisinden sonra Çar Aleksander Napolyon’la İngiltere ile ticaret yapmayacağına dair bir anlaşma imzalamıştı. Öbür taraftan bu anlaşma Rusya’yı ekonomik anlamda olumsuz etkiliyordu. Kontinental sisteme üyelik Rus ekonomisini çöküşe sürüklüyordu çünkü Rusya azgelişmiş bir sanayiye sahipti ve günlük yaşam ihtiyaçlarını ithalattan karşılıyordu. Rusya ticaret kapısı olan Baltık Denizi’ndeki küçük limanlar ya da İsveç yoluyla İngilizlerle ticarete devam etti. Kontinental sistemin delinmesi Napolyon’un Rusya Seferinin en önemli sebebidir.

KRAL – DEĞİRMENCİ SANS SOUCİ VE ADALET

KRAL – DEĞİRMENCİ SANS SOUCİ VE ADALET

Adalet deyince akla ilk gelen, herkesin hemen hemen bildiği bir deyim vardır : “Berlin’de hâkimler var!..

Deyim nerden geliyor, hikayesine bakalım:

Prusya Kralı büyük Frederik, Postdam ormanlarında gezinirken bir değirmenin bulunduğu tepenin yanındaki alçak bir tepe üstünde durur ve değirmeni satın alarak yerine bir saray yaptırmak ister. Fakat değirmenciyi bu satışa bir türlü razı edemez.

Kral değirmenciyi ikna etmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir meblağ ödemeyi teklif etse de Sans-Souci, “Olmaz ! satılık değil bu değirmen.” der. Kral bu cevaba kızar ve ;

“ Sen benim Prusya Kralı olduğumu bilmiyor musun yoksa?” diye sorunca“

Biliyorum, biliyorum” der Sans- Souci ;
“Sen de benim bu değirmenin tapusu ile sahibi olduğumu bil.” diye cevabı yapıştırır.

Kral iyice köpürür ve “ Zorla alırım o halde.Bakalım o zaman ne yapacaksın?” der.

Değirmenci bu söz üzerine hiç telaşa düşmeden:
“Berlin’de hakimler var.” cevabını verir.

Kral bu cevap üzerine ıslah ettiği mahkemelerin adaletine kendi aleyhinde de güvenildiğini anlar ve bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve onun daha altında olan tepeye sarayını diker ve adını da Sans-Souci Sarayı koyar.

J’ACCUSE! - İTHAM EDİYORUM! (EMILE ZOLA)

J’ACCUSE! - İTHAM EDİYORUM! (EMILE ZOLA)

Bu yazı 13 Ocak 1898'de L'Aurore Gazetesi’nde yayınlandı. Emile Zola'nın dönemin cumhurbaşkanı Felix Faure'a yazdığı ve “İtham Ediyorum” başlıklı bu açık mektup Fransız tarihinde önemli bir yere sahip. Çünkü bu mektup topal adalet anlayışına ve sisteme karşı çok büyük bir meydan okumayı içeriyor.

Yüzbaşı Dreyfus, aleyhinde “imzasız ihbar mektubu” dışında hiçbir kanıt olmamasına rağmen tutuklandı ve vatana ihanet suçundan hüküm giydi. Yahudi düşmanlığını tırmandı ve toplumun ortak paydası oldu. Bütün Fransa’da bu linç kampanyasına neredeyse sadece Emile Zola katılmaz. Zola peş peşe “Gerçek Yürüyor”, “Gençliğe Mektup” ve “Fransa’ya Mektup adlı yazılarını kaleme alır ve halkın adalet kavramının nasıl yitip gittiğini, nasıl yanlış yönlendirildiklerini, çok büyük bir suça nasıl ortak olduklarını çok sert ve net bir dille anlatır.

“İtham ediyorum;

Sayın Başkan,

Bir gün bana gösterdiğiniz iyi kabulden dolayı gönül borcunu haketmiş olduğunuz şeref konusunda duyduğum kaygıyı belirtmeme, şu ana dek pek mutlu olan yazgınızın en utanç verici ve en silinmez bir leke almak üzere olduğunu söylememe izin verir misiniz?

9 Şubat 2013 Cumartesi

LUCİANO PAVAROTTİ

LUCİANO PAVAROTTİ
Kuşağının en büyük tenoru olarak gösterilen İtalyan sanatçı Luciano Pavarotti 71 yaşında öldü.
Sesinin yanı sıra dünya genelindeki stadyumlarda on binlerce kişiye verdiği konserler ve düet albümleriyle iz bırakan "Büyük Luciano" Pavarotti, sanat çevrelerinin dikkatini ilk kez sahne aldığı Covent Garden’da 1963 yılında çekti.

Aynı yıl yaşamında iz bırakan bir başka olayı daha yaşadı. Pavarotti, Devlet Opera ve Balesi tarafından davet üzerine geldiği Ankara'da başarısız bulunarak geri gönderildi.

Henüz iki yıllık tenor olan ve o yıllarda sesi tam olarak oturmamış Pavarotti, Ankara'nın kuru havasında sesini istediği gibi kullanamadığını farketmişti. Devlet Opera ve Balesi'nden zor bir oyunda tenor olarak davet alan Pavarotti, ilk konserden sonra 'yetersiz' bulunarak geri gönderildi.

“Sistemin vesayetçi müdahaleleri taşıma kapasitesi sona erdi”

SERAP YAZICI: “Sistemin vesayetçi müdahaleleri taşıma kapasitesi sona erdi”

Son yıllarda yargı kurumu etrafında yaşanan “siyasi” krizler, Türkiye’de vesayetçi rejimin direnç noktasının ordudan yargıya kaydığı yorumlarını gündeme getirdi. Yapılan tartışmalarda ortaya çıkan, yargının bir yandan siyaset kurumunun alanını daraltan, diğer yandan kendi içinde sistemin çıkarlarına ve felsefesine aykırı davranan kişi ve kurumlara karşı yaptığı müdahalelerle rejimi kollama ve koruma görevini devraldığı yönünde. Öte yandan son dönemde gerek içeride iktidar ilişkilerinde yaşanan gelişmeler gerekse uluslararası toplumun demokratikleşme baskıları, Türkiye’de yargıyı da kapsayan bir yeniden yapılanmayı zorluyor. Günümüzde akademik ve siyasi gündem, sistemin yeniden yapılanmasının nasıl ve ne şekilde gerçekleştirileceği noktasında düğümlenmiş durumda. Bu bağlamda, yargı reformu ve sivil anayasa gibi öne çıkan meseleler başta olmak üzere Türkiye’de yargı kurumunun gelişimi, sorunları ve bu sorunlara ne tür çözümler üretilmesi gerektiği gibi konuları Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Serap Yazıcı ile konuştuk. 1995’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı’ndan doktora derecesi alan Yazıcı’nın, anayasa hukuku, demokratikleşme, askerî müdahaleler gibi konularda çalışmaları bulunuyor.

Başkanlık sistemi Türkiye’nin geleneklerine dayanıyor

Türk Tarih Kurumu Şeref Üyesi, Wisconsin üniversitesi hocası olan ve Osmanlı tarihi konusunda otorite kabul edilen Karpat: “Başkanlık sistemi Türkiye’nin geleneklerine dayanıyor”

Türk Tarih Kurumu Şeref Üyesi, 87 yaşındaki Tarihçi Profesör Kemal Karpat ile New York Long Island'taki evinde seçim sonrasında yapılması gündeme gelen yeni Anayasa çalışmaları hakkında görüştük. Uzun yıllar ABD'nin önemli eğitim kurumlarından biri olan Wisconsin Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan Karpat, özellikle Osmanlı tarihi konusunda otorite olarak kabul edilen bir isim.

Uzun zamandır Türkiye'de yeni bir anayasa tartışması var. Tarihsel süreç açısından Türkiye'nin anayasa tecrübeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

BEKİR AĞIRDIR- RÖPORTAJ


BEKİR AĞIRDIR- RÖPORTAJ

NEDEN BEKİR AĞIRDIR?

Geçen yıl haziranda yapılan genel seçimlerde AK Parti oyunu daha da arttırarak gene tek başına iktidara geldi. Geçmişte koalisyon hükümetlerinden bunalmış olan Türkiye’de büyük çoğunluk bu sonuçla rahatladı. Bu seçim sonucuyla birlikte Türkiye’de istikrarın ve gelişmenin devam edeceği sanıldı ama beklenen olmadı. Tuhaf bir biçimde seçimlerden sonra çok gergin bir ortama girildi. Uludere olayı, devlet içinde hesaplaşmalar, AK Parti tabanında kapışmalar, MİT krizi, Kürt sorununda güvenlikçi bakışın hâkim olması derken, ülke sallandı ve sertleşti. Bu gergin ortamın oluşturulmasında AK Parti’nin payı büyük oldu. Bir yandan demokratikleşme hamlesini durdurdu, bir yandan da kendisini bu yüzden eleştirenlere karşı tepkilerinde, işi siyasetin kabul edemeyeceği boyutlara vardırdı. Özellikle de Başbakan’ın üslubu, her eleştiriyi düşmanlık olarak gören çok suçlayıcı bir hâl aldı.

KRAL – DEĞİRMENCİ SANS SOUCİ VE ADALET

KRAL – DEĞİRMENCİ SANS SOUCİ VE ADALET

Adalet deyince akla ilk gelen, herkesin hemen hemen bildiği bir deyim vardır : “Berlin’de hâkimler var!..

Deyim nerden geliyor, hikayesine bakalım:

Prusya Kralı büyük Frederik, Postdam ormanlarında gezinirken bir değirmenin bulunduğu tepenin yanındaki alçak bir tepe üstünde durur ve değirmeni satın alarak yerine bir saray yaptırmak ister. Fakat değirmenciyi bu satışa bir türlü razı edemez.

Kemal Karpat- Röportaj

Kemal Karpat- Röportaj

“Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini Abdülhamid Han atmıştır” diyorsunuz. Sultan Hamid’in nasıl katkısı olmuştur modern Türkiye’ye?

Biz Abdülhamid’i hep iki açıdan öğrendik: İstibdat ve Panislamizm. Medeniyet düşmanı biri olarak tanıttılar bize. Bu imaj, İttihat ve Terakki döneminde derinleştirildi. Ondan sonra gelen kuşaklar onu Kızıl Sultan diye bildi. Ama bunların ötesinde çok başka Abdülhamid var. O, çağını anlayan, düşünen ve ona uymak için gayret sarf eden biri. Türkiye Cumhuriyeti, onun döneminde oluşan temeller üzerine kuruldu. Eğitim bunun başında yer alır. Cumhuriyet elitine şekil veren okullar onun zamanında açıldı. Ulaşım sistemi, tren, hatta karayolları tamamlandı. Bunların yanında şehirleşme alanında ilk defa doğru dürüst planlama oldu. Modern basın onun döneminde oluştu. Modern Türk edebiyatı o zaman başladı. İptida daha eski şüphe yok; ama olgunlaşma bu devirde başlıyor. Yayınlanan kitapta müthiş artış var. Bilhassa ilmî eserlerde…

Cumhuriyet’in kurucu felsefesinde 1932 Tarih Kongresi’nin nasıl bir etkisi oldu?

İlber Ortaylı- Röportaj

İlber Ortaylı- Röportaj


Dış basında Türkiye’den, büyüyen ekonomisi ve toplumsal dinamizmiyle XXI. yüzyılın yükselen ülkelerinden biri olarak söz ediliyor. Siz de Türkiye’yi böyle değerlendiriyor musunuz? XXI. yüzyılda değişen ve büyüyen bir Türkiye görüyor musunuz?

İlber Ortaylı:

Türkiye iki önemli şeyi gerçekleştirdi. Birincisi nüfusun dengeli büyümesidir. Nüfusun dengeli büyümesi sağlandı ve üstelik üçüncü dünya ülkelerinden farklı olarak, her şeye rağmen yaygın eğitim verilebiliyor. Daha iyi eğitim veren ülkelere bakıldığında; Batı’da, Avrupa’da eğitimin giderek niteliksizleştiği açıkça görülür. Hatta ben Avrupa’da eğitimin çöktüğünü düşünüyorum. Nüfusun artması ve eğitimin toplumsallaşması Türkiye’nin üniversal ölçekte gelişme ve büyümesinde önemli güçleri olacaktır. Öte yandan da Avrupa’yı sosyal ve ekonomik manada zor zamanlar beklemektedir; toplumun yenilenmesi durmuştur.
Avrupa, XIX. yüzyılın, evrensel uygarlığın değerlerini yaratan geliştiren Avrupası değildir; bu vasıflarını kaybetmiştir.

René Descartes-Doğru Akıl Yürütme Yöntemi Üzerine Söylev

René Descartes-Doğru Akıl Yürütme Yöntemi Üzerine Söylev


Sağduyu dünyadaki şeyler içinde bizlere en eşit biçimde dağıtılmış olandır, çünkü herkes kendisinde bolca sağduyu olduğundan emindir, tüm diğer meselelerde asla memnun olmayanlar bile zaten sahip olduklarından daha fazla sağduyuya sahip olmayı pek arzu etmez. (...) Bana gelince, ben asla zihnimin herhangi bir açıdan sıradan insanların zihinlerinden daha mükemmel olduğunu düşünmedim; hatta bazıları kadar hızlı bir düşünme gücüne, kesin ve belirgin bir hayal gücüne veya kapsamlı ve hazır bir hafızaya sahip olmayı istedim. Bunların dışında insan zihnini mükemmelleştiren başka bir nitelik bilmiyorum. İnsanı insan yapan ve vahşilerden ayıran akıl ve duyuların bireylerde tam ve eksiksiz bulunabileceğine seve seve inanırım ve bunu yaparken de azlık veya çokluk sorununun ancak tesadüfler alanında ortaya çıktığını ve aynı türden bireylerin doğalarını veya biçimlerini etkilemediğini söyleyen filozofların ortak fikrini izlerim.

Abraham Lincoln-Özgürlük Bildirgesi


Abraham Lincoln-Özgürlük Bildirgesi

Abraham Lincoln: '' Until every man is free, we are all slaves.''

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın Bildirgesi

Yüce Tanrımızın yarattığı 1862 yılının Eylül ayının 22. gününde, diğer unsurların yanı sıra, aşağıdaki hususları da içeren bu bildirge Amerika Birleşik Devletleri Başkanı tarafından yayınlanmıştır.

Yüce Tanrımızın yarattığı 1863 yılının Ocak ayının 1. gününde, herhangi bir eyalette veya eyaletlerin belirli mahallerinde, halkın aksi halde Amerika Birleşik Devletleri’ne isyan içinde olacaklarının kabul edileceği hal ve şart altında, köle olarak tutulan tüm insanlar bu tarihten itibaren ve sonsuza kadar özgür kılınacak ve böylelikle kara ve deniz güçleri dahil olmak üzere, devletin yürütme gücü bu insanların özgürlüklerini tanıyacak ve koruyacaktır ve bu insanların tümüne veya herhangi birine özgürlükleri için yapacakları herhangi bir girişimi bastırmaya yönelik eylem ya da eylemlerde bulunmayacaklardır.

Başkanlığın iradesi; bildirge gereği daha önce bahsi geçen Ocak ayının 1. gününde, eğer vuku bulursa, Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı isyan hareketinde olduğu kabul edilecek insanların içinde yer aldığı eyaletleri tespit edecek, ancak o gün iyi niyetle oy verme hakkı olan insanlarının çoğunluğunun katılımlarıyla, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’ne seçilen üyeler tarafından temsil edilen eyalet ve insanların, aksi yönde kuvvetli şahadet olmadıkça, Amerika Birleşik Devletleri aleyhine isyan içinde olmadığı, bağlayıcı olarak kabul edilecektir.

Max Planck-Bilimsel Otobiyografi

Max Planck-Bilimsel Otobiyografi

Bilim insana gerçek dünyaya dair kesin bilgi verir mi? Max Planck (1858-1947), Newton’un evrenini büyük ölçüde alaşağı eden modern “fizik devrimi”nin önde gelen bilimadamlarından biridir. Yaşamının büyük bir bölümünü Berlin’de teorik fizik profesörü olarak geçirdikten sonra, 1900’de ona dünya çapında ün kazandıran kuantum teorisini geliştirmiştir. Planck’ın bilimle felsefe arasındaki ilişkiye verdiği önem, yirminci yüzyılda fizikte yapılan devrimlerle dünyanın her zamankinden daha gizemli bir hale gelmiş olması sorununa tuz biber eker mahiyetteydi. Planck, aşağıda sunulan konferansını 1941’de, seksen üç yaşındayken hazırlamıştır.

Tam bilim! Zengin çağrışımı olan iki sözcük! İnsanın gözleri önünde taşları sımsıkı örülü yüce bir yapı belirmesine yol açıyor; öyle bir yapı ki, âdeta bilgeliğin hazinesi, hakikat özlemi içinde bilgiye susamış olan insanlığa vaat edilen hedefin sembolü! Ve bilgi güç anlamına da geldiği için, doğada işbaşında olan kuvvetlere dair edindiği her yeni bilgiyle insanın bu kuvvetlere nihayet egemen olabileceğini umut etmesine yol açıyor.

Baron De Montesquieu-Yasaların Ruhu

Baron De Montesquieu-Yasaların Ruhu

Genel Olarak Yasalara Dair

En genel anlamda yasalar, eşyaların doğasından kaynaklanan gerekli rabıtalardır. Bu anlamda, her varlığın yasaları vardır; Tanrılık’a ait yasalar, maddi dünyanın yasaları, insanüstü zekâların kendi yasaları, hayvanların kendi yasaları ve insanın kendi yasaları vardır. (...)

Demek ki ilkel bir akıl vardır ve yasalar, o ve farklı varlıklar arasında mevcut olan ilişkilerdir ve bunların birbirleriyle olan ilişkileridir.

Tanrı, evrenin yaratıcısı ve kurtarıcısıdır; tüm şeyleri yaratmakta kullandığı yasalar, onları korumada kullandıklarıdır. O, bu kurallara göre hareket eder, çünkü onları bilir; onları bilir, çünkü onları kendisi yapmıştır; onları yapmıştır, çünkü onlar Tanrı’nın bilgeliğine ve gücüne bağlıdır.

Platon-Sokrates'in Savunması


Platon-Sokrates'in Savunması

Doğrusu Atinalılar, Meletos’un bana yüklediği kötülüklerin suçlusu olmadığıma inandırmak için sizi, saptamamı uzatmam gerektiğini sanmıyorum; dediklerim yeter. Ama daha önce de söylediğim gibi, bana karşı beslenen düşmanlıklar, günüler sayısız; iyi bilin, doğrudur bunlar. Suçlu diye yargılı olursam, işte bunlar yüzünden olurum, bu yüzden yitiririm. Ne Meletos, ne de Anitos1 yüzünden. O leke sürmeler, şu bir yığın adamın çekemezliği yok mu, nice nice kişilerin yok olmalarına yol açtı, daha da açar elbet; öyle ya bu kötülük gelip bana dayanmakla kalmaz ki.