Kanunî devrinde devlet idaresi çok sıkı bir nizâm altındadır.
Memurların terfi, tayini, azli ve yer değiştirmesi padişahın bile bizzat
riayet edip ihlalinden büyük dikkat gösterdiği bir takım mevzuata
tabidir. Memuriyetlerin verilmesinde ehliyet ve iktidardan başka hiçbir şeye
kıymet verilmediği ecnebilerin ve hatta düşmanların bile itirafıyla
sabittir. Kanunî’nin son devirlerinde senelerce Türkiye’de bulunmuş
olan meşhur Avusturya sefiri Busberg diyor ki: “… Tek bir kişi yoktu ki sahip olduğu rütbeyi kendi liyakat ve
cesaretine borçlu bulunmasın. Hiç kimse filanın neslinden, filan,
falanın soyundan gelmiş olmakla diğerlerinden yüksek bir mevkiye
çıkamaz. Herkesin vazife ve memuriyeti ne ise ona göre itibar edilir. … Sultan herkese memuriyet ve vazifesini bizzat tevcih eder. Bunu
yaparken ne zenginliğe, ne anadan doğma, babadan gelme asalete bakar, ne
de boş ricalara, istirhamlara, ne tavsiyelere… Bir adamın sahip
olabileceği, nüfuz ve şöhreti hiç nazarı itibara almaz. Yalnız liyakatle dirayete bakar, karakter arar, fikrî
kabiliyet ve istidadı düşünür. İşte herkes istidat, kabiliyet, bilgi,
ahlâk ve karakterine göre bir işe tayin edilir. Türkiye’de herkes kendi mevki ve istikbalinin kurucusudur. Bunlar
böyle küçük yerlerden, aşağılardan gelmiş olmaktan şöyle dursun, aksine
bununla iftihar ederler. Ben ne idim. Çalışkanlığım doğruluğum sayesinde
ne oldum!… derler. Türkler insanlarda meziyetin babadan oğla miras
yoluyla intikal ettiğine bir miras gibi elde edildiğine inanmazlar. Bunu
aslında Allah’ın bir ihsanı, çalışmanın, zahmetin, gayretin ödülü
sayarlar. İşte böyle Osmanlı Devletinde namussuz, tembel, atıl, bilgisiz onlar hiçbir zaman yüksek mevkilere tırmanamazlar. Osmanlıların neye teşebbüs ederlerse başarılı olmalarının, bütün dünyada hâkim hale gelebilmelerinin sebebi, hikmeti budur.”a
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder