Baron De Montesquieu-Yasaların Ruhu
Genel Olarak Yasalara Dair
En genel anlamda yasalar, eşyaların doğasından kaynaklanan gerekli
rabıtalardır. Bu anlamda, her varlığın yasaları vardır; Tanrılık’a ait
yasalar, maddi dünyanın yasaları, insanüstü zekâların kendi yasaları,
hayvanların kendi yasaları ve insanın kendi yasaları vardır. (...)
Demek ki ilkel bir akıl vardır ve yasalar, o ve farklı varlıklar
arasında mevcut olan ilişkilerdir ve bunların birbirleriyle olan
ilişkileridir.
Tanrı, evrenin yaratıcısı ve kurtarıcısıdır; tüm
şeyleri yaratmakta kullandığı yasalar, onları korumada
kullandıklarıdır. O, bu kurallara göre hareket eder, çünkü onları bilir;
onları bilir, çünkü onları kendisi yapmıştır; onları yapmıştır, çünkü
onlar Tanrı’nın bilgeliğine ve gücüne bağlıdır.
Dünya, her ne
kadar maddenin hareketiyle oluşmuşsa ve bunu kavrayamasak da birbirini
izleyen çağlar sonucunda oluşmuştur, hareketleri muhakkak değişmez
yasalara göre yönlendirilmelidir -bundan başka bir tane daha hayal
edebilir miyiz- aynı şekilde, değişmez kuralları olacak veya ister
istemez yok olacaktır.
Bu sebeple, keyfi bir davranış gibi
görünen yaratılış, ateistlerin için değişmeyen yasalar oluşturmuştur.
Yaratıcı’nın bu kurallar olmadan dünyayı yönetebileceğini söylemek saçma
olurdu, çünkü onlar olmaksızın dünya var olamazdı. (...)
Belirli akıllı varlıkların kendi yaptıkları yasaları olabilir ama hakeza
hiç yapmadıkları yasaları da vardır. Akıllı varlıklardan önce, mümkün
olabilirlerdi; bu sebeple mümkün ilişkileri vardı ve bunun sonucunda
mümkün yasaları. Yasalar yapılmadan önce, mümkün adalet ilişkileri
vardı. Adil veya haksız diye bir şey olmadığını ama yasaların emrettiği
veya yasakladığı şeyler olduğunu söylemek, bir daireyi tanımlamadan önce
tüm yarıçapların eşit olmadığını söylemekle aynıdır.
Bu sebeple pozitif hukukun yarattığı adalet ilişkilerinin pozitif hukuktan önce geldiğini kabul etmek zorundayız. (…)
Fiziksel bir varlık olarak insan, diğer canlılar gibi çeşitli yasalar
tarafından yönetilmektedir. (…) Böyle bir varlık her an Yaratıcısını
unutabilir; bu yüzden Tanrı, din yasaları aracılığıyla ona görevlerini
hatırlatmıştır. Böyle bir varlık her an kendini unutmakla yükümlüdür;
felsefe bunu ahlak yasalarıyla engellemiştir. Toplum içinde yaşamak
üzere biçimlenmiş olan insan diğer canlıları unutabilir; yasa koyucular
bu yüzden politik ve sivil yasalarla onu göreviyle sınırlandırmışlardır.
Genel olarak hukuk, insan aklıdır, mademki yeryüzünün tüm sakinlerinin
yönetmektedir, her milletin politik ve sivil yasaları sadece insan
aklının uygulandığı belli vakıalar olmalıdır.
Tasarlandıkları
halkın hal ve hareket tarzına göre uyarlanmadırlar. Eğer bir millete
uyan diğer bir millete de uyuyor ise bu zaten büyük bir şanstır.
Politik yasalar denilebilecek şekilde oluşturulmuş veya sivil
anayasalarda olduğu gibi desteklenmiş olsunlar, her bir hükümetin
prensipleri ve doğasıyla ilgili olmalıdırlar.
Her ülkenin
iklimiyle, toprağının niteliğiyle, durumu ve mahiyetiyle, yerlilerinin
esas uğraşlarıyla, çiftçi mi, avcı mı veya çoban mı, hepsinin anayasanın
doğurduğu bir özgürlük derecesiyle ilişkisi olmalıdır. Sakinlerin
diniyle, eğilimleriyle, zenginlikleriyle, rakamlarıyla, ticaretiyle,
âdetleriyle ve gelenekleriyle ilişkili olmalılardır. Yani birbirleriyle
ilişkileri olduğu gibi başlangıçlarıyla, yasa koyucunun amacıyla ve
oluşturuldukları şeylerin düzeniyle de ilişkileri olmalıdır; hepsinde
hangi farklı ışıkların olması gerektiği tartışılmalıdır.
Aşağıdaki çalışmamda bunu gerçekleştirmeye çalıştım. Bu ilişkileri
incelemem gerekiyor, çünkü bunların hepsi birlikte benim “Yasaların
Ruhu” dediğim şeyi oluşturuyorlar.
Politik Özgürlük ve İngiliz Anayasası’na Dair
Demokratik ve aristokratik devletler kendi doğalarında özgür
değillerdir. Politik özgürlük sadece ılımlı hükümetlerde bulunur ve
bunlarda bile aslında her zaman bulunmaz. Eğer orada gücün kötüye
kullanımı varsa bulunur; değişmez deneyim bize göstermektedir ki, güç
sahibi her insan onu kötüye kullanmaya ve otoritesini gittiği yere kadar
taşımaya eğilimlidir. Ahlak kurallarının da sınırları olması
gerektiğini söylemek doğru olduğu halde garip de değil midir?
Bu suiistimalleri engellemek için, gücün güç için yazılmış bir çek
olması, eşyanın doğasından kaynaklanan bir gerekliliktir. Bir hükümet
öyle bir oluşturulmalıdır ki, hiç kimse yasanın onu yükümlü kılmadığı
şeyleri yapmak zorunda kalmasın veya yasanın yasakladığı şeylerden
kaçınmaya zorlanmasın...
Süjenin politik özgürlüğü, herkesin
güvenliği olduğu düşüncesinden kaynaklanan aklın sükûnetidir. Bu
özgürlüğe sahip olmak için, hükümetin bir kişinin diğerinden korkması
gerekmeyecek şekilde oluşturulması gerekmektedir.
Yasama ve
yürütme güçleri bir kişide veya aynı yargıçlar topluluğunda birleşmişse,
burada özgürlük olamaz, çünkü aynı hükümdarın veya senatonun gaddar
yasalar koyup bunları gaddarca uygulayabileceği korkusu ile endişeler
doğabilir.
Tekrar etmek gerekirse, yargı gücü, yasama ve
yürütme gücünden ayrılmamışsa özgürlük yoktur. Eğer yasamayla birleşirse
süjenin hayatı ve özgürlüğü keyfi bir kontrole maruz kalacaktır, çünkü
yargıç artık yasa koyucu olacaktır. Yürütme gücüyle birleşirse eğer,
yargıç şiddet ve zulümle davranabilir.
Aynı adam mıydı veya
aynı organ mı, soylulara mı halka mı ait, yasa koymak, devlet
kararlarını uygulamak ve efradın nedenlerinin davasını görmek olan bu üç
gücü de uygulamak her şeyin bir sonu olacaktır.
Adli yetki,
kurulu bir senatoya verilmemelidir, halkın içinden seçilen kişiler
tarafından uygulanmalıdır, yılın belli zamanlarında ve kesinlikle
yasalarca tanımlanmış şekil ve usullerle bu seçim gerçekleştirilmelidir
ve bunlar, sadece gerekli olduğu sürece var olacak bir mahkeme
oluşturmak için yapılmalıdır.
Bu yöntemle, insanoğlu açısından
çok korkunç olan adli yetki, belli bir devlete veya mesleğe ait
olmayacaktır, zaten olduğu üzere, görünmez olacaktır. Hâkimler sürekli
olarak halkın gözü önünde olmayacaktır; halk makamdan korkacaktır ama
yargıçlardan değil. (…)
Ancak, her ne kadar mahkemeler
sabitlenmemeliyse de yargılamalar, yasanın lafzına her zaman uygun
olacak derecede sabit olmalıdır. Eğer hâkimin kişisel görüşü olursa,
insanlar sorumluluklarının doğasını tam olarak bilmeden toplum içinde
yaşarlar.
***
Bir özgürlük ülkesinde, faili muhtar olduğu
farz edilen her insanın kendi yöneticisi olmalısı gerektiği gibi, yasama
gücü halkın tamamının elinde olmalıdır. Ancak, büyük devletlerde bunun
imkânsız olması sebebiyle ve küçük devletlerdeyse birçok rahatsızlığa
konu olacağından, halkın kendi başına yapamayacağı işlemleri
temsilcilerinin halletmesi uygundur.
Belli bir şehrin
sakinleri, başka bir yerde yaşayanlara göre kendi isteklerine ve
menfaatlerine çok daha aşinadır ve kendi komşuları açısından diğer
yurttaşlarına nazaran daha iyi hâkimlik yapabilirler. Bu sebeple, yasama
organının üyeleri tüm milletlerin genelinin arasından seçilmemelidir,
ancak düşünülebilecek her yerde o yerin sakinleri tarafından bir
temsilci seçilmesi uygun olur.
Temsilciliğin en büyük avantajı,
kamuyu ilgilendiren sorunları tartışabilme kabiliyetidir. Bunun içinse,
halk hep beraber son derece uyumsuzdur ki, bu bir demokrasinin temel
rahatsızlıklarından biridir. (...)
Farklı bölgelerin tüm
sakinleri bir temsilci seçilirken oy kullanma hakkına sahip olmalıdır,
kendi tercihi olamayacak kadar zor bir durumda olanlar hariç.
***
Böyle bir devlette daima doğumuyla, zenginliğiyle veya şerefiyle farklı
olan kişiler vardır; ancak bunlar genel halkla karıştırılmalı mıdır ve
diğerleri gibi sadece tek bir oyun ağırlığına mı sahip olmalıdırlar, tüm
özgürlük onların esareti olurdu ve desteklemede hiçbir menfaatleri
olmazdı, zaten çoğu popüler karar onlara karşı olurdu.
Bu
nedenle, yasama organında sahip oldukları paylaşım devletteki diğer
avantajlarıyla orantılı olmalıdır; bu da sadece halkın ahlaksızlığını
kontrol etme hakkına sahip bir topluluk oluşturduklarında gerçekleşir,
aynı halkın kendi haklarına tecavüze direnme hakkına sahip olmasındaki
gibi.
Yasama gücü, bu yüzden soylulara ve halkı temsil edenlere
tevdi edilmiştir; her biri ayrı meclislere ve müzakerelere sahiptir,
her birinin kendi bakış açıları ve menfaatleri vardır. (…)
Soyluluk kalıtsaldır. İlk olarak, doğası gereği böyledir ve
sonrasındaysa imtiyazlarını saklamakta anlaşılabilir bir menfaat
olmalıdır; onlardaki imtiyazlar popüler beğeniye sevimsiz gelir ve tabii
ki özgür bir devlette daima tehlike altındadırlar.
Ancak
kalıtımsal bir güç olarak kendine ait bazı menfaatlerin peşine düşmek
için baştan çıkabilir ve halkın menfaatlerini unutabilir, soyluluğu
bozarak tek bir avantaj elde ederlerse, aynı bütçe kanunundaki gibi,
yasamada reddetme ve çözüm hakkından başka katılım imkânlarının olmaması
uygun olur.
***
Yürütme gücü bir hükümdarın elinde
olmalıdır, çünkü hükümetin bu kolu, acele etmek gerektiğinde,
kalabalıklara nazaran bir kişi tarafından daha iyi yönetilmiştir; diğer
yandan, yasama gücüne bağlı olan ne varsa çok kereler bir kişi
tarafından değil de kalabalıklar tarafından daha iyi düzenlenmiştir. (…)
Yasama organı önemli bir süreyi toplantısız geçirmişse, keza özgürlüğün
sonu da gelmiş demektir. İki şey yüzünden: Birincisi kendiliğinden
olur; ya artık herhangi bir yasama kararı olmadığından devlet anarşinin
eline düşer veya bu kararların yürütme gücü tarafından alınması
durumundadır ki, onu kesin yapar. (…)
Ancak özgür bir devlette
yasama gücünün, yürütmeyi durdurma hakkı yoksa yasalarının ne anlamda
icra edildiğini inceleme hakkına ve imkânını sahip olmalıdır; Cosmi ve
Aphori’nin kendi yönetimleri hakkında rapor vermezken, Girit ve Sparta
hükümetlerinin üzerinde bu hükümetin sahip olduğu avantaj vardır.
Fakat bu incelemenin konusu ne olursa olsun, yasama organı bir kişiyi
itham etme gücüne sahip olmamalıdır ya da tabii ki yürütme gücü
kendisine verilmiş kişiyi yönetme gücüne de sahip olmamalıdır. Kanuni
hakları ve yükümlülükleri olan şahıs kutsaldır ve aynı zamanda devletin
iyiliği ve yasama organının keyfi davranmasını engellemek için de
gereklidir, itham edildiği veya yargılandığı an özgürlüğün bittiği
andır. (...)
Bu durumda artık devlet bir monarşi olmaktan çıkar
ama bir çeşit cumhuriyet olur, ancak yine de özgür/bağımsız bir hükümet
yoktur. Ama yürütme gücü kendisine verilmiş kişi olarak kötü
danışmanlar olmadan suiistimal edemediğinde ve bunlar bakanlar gibi
yasalar onları koruduğu halde yasalardan nefret ederler, bu insanlar
failler olarak sorgulanacak ve cezalandırılacaktır: bu, onların
yönetiminden sonra bile Amymones’i hesap vermeye çağırmak gibi bir şeye
yasaların izin vermediği Qnidus’taki hükümete nazaran bu hükümetin sahip
olduğu bir avantajdır; bu sebeple halk hiçbir zaman kendilerine verilen
zararlara karşı herhangi bir hoşnutluk elde edemez. (…)
Şu ana
kadar söylenenlere göre, yürütme gücü yasamaya reddetme gücüyle
katılmalıdır; aksi halde imtiyaz hakkı çok geçmeden ondan alınacaktır.
Ama yasama gücü yürütmeden zorla bir katılım hakkı elde edecekse,
yürütme gücü aynı şekilde bozulmuş olacaktır.
Eğer prensler
çözücü güçle yasamada yer alacaklarsa, özgürlük yok olur. Ama imtiyaz
hakkını desteklemek için yasamaya katılması gerekli olursa, bu katılım
hakkı itiraz etme gücünden oluşmalıdır. (...)
Yürütme gücü kamu
parasının rıza gösterilmeksizin toplanmasına karar vermekse, özgürlüğün
sonu gelmiş demektir, çünkü yasamanın en önemli noktasında bu teşrii
hale gelmiş olur. (...)
Yürütme gücünün baskı yapabilmesini
engellemek için tevdi edilmiş orduların halktan oluşması gereklidir ve
Marius dönemine kadar Roma’da var olan halkın ruhuna sahip olmalıdır. Bu
sona ulaşmanın sadece iki yolu vardır: Ya orduda görevli kişilerin
yoldaşlarını geçindirmek için yeterince mal mülk sahibi olmaları
gereklidir ve Roma’da alışılmış olduğu üzere sadece bir yıl için
askerlik yapmalıdırlar ya da milletin en adi bölümünden oluşturulmuş
düzenli bir ordu söz konusuysa, yasama gücünün görevini yerine getirir
getirmez orduyu terhis etme hakkı olmalıdır, askerler halkın geri
kalanıyla beraber yaşamalıdır ve ayrı bir kamp, kışla ya da kamptan
kaçınılmalıdır.
***
Tacitus’un Almanlar hakkındaki muazzam
tezi incelendiğinde, İngilizlerin politik hükümet fikrini Almanlardan
aldıklarını görmekteyiz. Bu harikulade sistem ilk olarak ormanlarda
keşfedilmiştir. (…)
İngilizlerin gerçekte bu özgürlükten
yararlanıp yararlanmadığını araştırmak benim işim değil. Benim için
yeterli olan, onların kanunlarına göre oluşturulmuş olmasıdır ve daha
başkasını da zaten aramam.
Bununla diğer hükümetlerin değerini
azaltmak ya da bu aşırı politik özgürlüğün, onun sadece ılımlı bir
parçasına sahip olanlara huzursuzluk vermesini gerektiğini söylemek gibi
bir niyetim yok. Ben aklın en yüksek saflığının bile daima arzu edilen
bir şey olmadığını ve insanoğlunun çözümü aşırı uçlardansa, ortalarda
daha iyi bulacağını düşünen biri olarak böylesi bir düşünceye nasıl
sahip olabilirim ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder