Kemal Karpat- Röportaj
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini Abdülhamid Han atmıştır”
diyorsunuz. Sultan Hamid’in nasıl katkısı olmuştur modern Türkiye’ye?
Biz Abdülhamid’i hep iki açıdan öğrendik: İstibdat ve Panislamizm.
Medeniyet düşmanı biri olarak tanıttılar bize. Bu imaj, İttihat ve
Terakki döneminde derinleştirildi. Ondan sonra gelen kuşaklar onu Kızıl
Sultan diye bildi. Ama bunların ötesinde
çok başka Abdülhamid var. O, çağını anlayan, düşünen ve ona uymak için
gayret sarf eden biri. Türkiye Cumhuriyeti, onun döneminde oluşan
temeller üzerine kuruldu. Eğitim bunun başında yer alır. Cumhuriyet
elitine şekil veren okullar onun zamanında açıldı. Ulaşım sistemi, tren,
hatta karayolları tamamlandı. Bunların yanında şehirleşme alanında ilk
defa doğru dürüst planlama oldu. Modern basın onun döneminde oluştu.
Modern Türk edebiyatı o zaman başladı. İptida daha eski şüphe yok; ama
olgunlaşma bu devirde başlıyor. Yayınlanan kitapta müthiş artış var.
Bilhassa ilmî eserlerde…
Cumhuriyet’in kurucu felsefesinde 1932 Tarih Kongresi’nin nasıl bir etkisi oldu?
Kongrenin hatası, bugün kendini Türk addeden insanların kökenini yanlış
tanıtmasıydı. Bu, Orta Asya’yı inkâr etmek değildi. Ama her şeyi Orta
Asya’ya bağlamak yanlıştı. Oradan kalkmış gelmiş, 2000 sene müddetle
ayakta kalmış ve hiç kimseyle karışmadan bugüne kadar gelmiş Türk
milleti imajı yaratmak yanlıştı. Çünkü Türk milleti böyle oluşmamıştı.
Temel Orta Asya’dan çıkmış tamam ama dili, dini, siması hepsi değişerek
yepyeni şekillere girmiştir. Anadolu’ya has bir medeniyet ortaya
çıkmıştır. Bugünkü Türkiye’yi anlamamız için değişik bir kafayla tarihi,
insanı görmek lazım.
Tam bu noktada laik milliyetçiler ile dogmatik Kemalistlerin kaçırdığı yer neresi?
Demokrasiden mahrumlar, tamamen pozitivistler. Akılcılık İslam’da da
var. Ama siz her şeyi rasyonalizmle açıklarsanız bindiğiniz dalı
kesersiniz. “Atatürk bunu söylemiştir” diyorlar. Atatürk onların
hiçbirini söylemedi. Atatürk putlaştırıldı alabildiğine.
Kim yaptı bunu peki?
Rejim, CHP, bürokrasi ve bundan istifade edenler yaptı. Ondan sonra bu
putlaştırma okullara sirayet etti. Benim de dâhil olduğum yeni kuşaklar
yetişti. İyi şeyler Atatürk’e, kötü şeyler dine hamledildi. Ve siz bunun
aleyhine bir şeyler söylerseniz hem yobaz hem de Atatürk aleyhtarı
oluyorsunuz. Bu hava, içinde yetişen kuşaklar birbirini anlayamadıkları
gibi birbirlerine düşman da oldular.
Nasıl aşılır bu mevzu?
İki tarafın da birbirini anlamaya gayret göstermesi ile… Çünkü dinciler
arasında da bağnazdan öte gruplar var. Ne yiyip ne içtiğinize bakarak
sizi derhal damgalıyorlar. Bu adamlarla oturup konuşamazsınız. Tıpkı
bağnaz Kemalistler gibi… Biraz dinden bahsedecek olun, derhal “yobaz,
cemaatçi” derler. Kendimi bu iki grup arasında rahatsız hissediyorum.
Ama şükür Allah’a geniş bir kütle “Ne orası ne burası” diyor.
Türkiye’nin büyük şansı bu kitleyi muhafaza etmesidir.
Eskiden komünist diyorlardı şimdi cemaatçi
Sizin deyiminizle ‘gerçek demokrasi ve öz kimlik arayışı’nda cemaatin yeri nerede?
Bir kere millet anlayışımızda cemaat ruhu hâkimdir. Bugün cemaat
dendiği zaman dinî bir grup akla geliyor. Hâlbuki cemaat, sosyal bir
topluluktur. Millet, cemaatin siyasî ifadesidir. Gülen Hareketi’nin
temeli maneviyata dayanır. Ama yalnızca dinî olarak kalmamış, bu hale
ekonomik boyut eklemiş, dünyevîliğin önemini anlayarak inancı dünya ile
takviye etmiştir. Mesela okullar, bu bakımdan çok önemli. Bu hareketi
sahada görmeniz lazım. Türk okullarına öyle oturup İstanbul’dan bakmak
yanlıştır. Ben Azerbaycan, Bosna, Romanya, Gürcistan, Tataristan’daki
okullara gittim. Bana göre bunlar Türkiye için faydalı. Devletin tanıtma
yoluyla yapamayacağı birçok işi bu okullar yapıyor.
Cemaati yakından izliyorsunuz…
Cemaat ile ilgili gördüğüm her şey şu ana kadar müspet. Barış Köprüleri
kitabına yazı yazmıştım. “Karpat da Fethullahçı oldu” dediler. O
yazıdan dolayı da bayağı tepkiler aldım.
Kimler tepki gösterdi?
Olmayacak adamlardan… Daha fazla milliyetçilerden tepki aldım.
Ne dediler size?
“Gülen cemaati adına konuşuyor. Hoca’dan fayda sağlayacak” gibi bir
sürü laf söylediler. Benim bunlara ihtiyacım yok. Mevkiim, maaşım, ismim
var. Ben bu sözleri, Gülen cemaati mensubu olarak değil, kendi akademik
duruşuma göre söyledim. Ama merak var. Bir akademisyen olarak Gülen
Hareketi, Türkiye’nin hayatını şu yahut bu şekilde etkilediği için beni
alâkadar ediyor. Solcular hakkında da birçok şey yazdım. Mesela Türkiye
İşçi Partisi hakkında da yazılarım vardı. O zaman da “Komünist Kemal”
diyorlardı. Cemaatçi damgasından önce uzun süre komünist damgasını
taşımıştım.
Hiç komünist ya da sosyalist oldunuz mu?
Hiçbir zaman…
Gerçek Türk romanı daha yazılmadı
Amerika’da bir gününüz nasıl geçiyor?
Sabah 07.30’da kalkıyorum. TV’lerden haberleri seyredip gazeteleri
okuyorum. Daha sonra ofise gidip yazılarımı kaleme alıyorum. Derslere
giriyorum.
En büyük pişmanlığınız edebiyatçı olamamak. Niye edebiyatçı olmadınız?
Çünkü bir yerden toplumu anlamak, dinamiklerini çözmek gibi daha ilmî
yaklaşım öncülük taşıdı. Geldiğim yer, bunun böyle olmasını icap
ettirdi.
Ama edebiyatla bağınız kopmadı?
Hiçbir zaman…
Roman yazdınız mı peki?
Kafamda bir sürü roman konusu vardı; ama yazamadım. Başladığım da olmuştu.
Konu neydi?
Muhaceret üzerineydi. Türkiye ile ilgili konular vardı.
Aşk var mıydı içinde?
Tasarladığım şekilde büyük bir aşk olacaktı. Müslüman Türk genci ile
Hıristiyan Romen hanımın arasında geçecekti. İkisinin de aşkı farklı
açıdan gördüklerini anlatan sahneler vardı.
Oradaki Romen kıza âşık olan Türk genci siz misiniz?
Hayır… Benim kahramanım başka biriydi: Nuri… Benim hissetliklerimi Nuri söyleyecekti, söyletemedik. (Gülüyor)
Yazın hocam, yarım kalmasın roman…
Artık bu yaştan sonra zor… Benim romanım bu toplumu anlatacaktı.
Sizi en fazla heyecanlandıran sahne neydi?
Nuri, atını güneşe doğru sürüyor, güneş batmak üzere. “Atım yetiş! Karanlık olmasın. Korkuyorum karanlıktan” diye bağırıyor.
En sevdiğiniz Türk romanları hangileri?
Aşağı yukarı hepsini okudum. Halit Ziya’dan Maî ve Siyah, Peyami
Safa’dan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Tanpınar’dan Saatleri Ayarlama
Enstitüsü. Birçok konuda Tanpınar’ın fikirlerini alıyorum. Kemallere
yakındım. Orhan, Yaşar, Tahir. Öteden beri düşüncem: Türk romanı daha
yazılmadı.
Hâlâ aynı fikirde misiniz?
Orhan Pamuk’tan
ümitliydim. Ama o da toplumdan uzaklaştı ve kişiselleşti. Adalet
Ağaoğlu, Ayşe Kulin, Alev Alatlı iyi romancıdır. Eskiye nazaran gelişme
var. Ama henüz Türk romanı yazılmadı konusunda ısrar ediyorum. Çünkü
bunu yazmak için çok değişik kafa yapısına, toplum anlayışına ve çok
bilgiye ihtiyaç var. Bizimkiler 20 günde roman çıkarıyor. Roman gerçek
manada fonksiyonunu yapacaksa çok uğraşıya ihtiyaç gösterir. Ama halk
olarak bizim sabrımız yok. (Gülüyor)
Türk şiirini nasıl bulursunuz?
Şiir, öteden beri gelenektir. Türk şiiri bütün güzelliğini devam
ettiriyor. Ama şiir, roman kadar etkili olamıyor. Nazım’ın yaptığı gibi;
ancak sosyal konular işlediğinde ses getiriyor.
Kimleri okursunuz?
Yahya Kemal, Orhan Veli, Sezai Karakoç gibi şairleri okudum. Karakoç
hakkında yazı da yazdım. Bana kızdı, tenkit ediyorum diye. Ama onu her
zaman büyük şair olarak görürüm.
Kitabınızın ismi Cemal Süreya’nın bir şiiri aynı zamanda. Oradan mı mülhem?
Cemal Süreya’yı bilirim. Ama değil, denk gelmiş.
Kendimi Beşiktaşlı addediyorum
Günde kaç saat kitap okuyorsunuz?
Herhalde 7–8 saat kitap okuyorum. Bazen bir günde bir cilt kitap bitirdiğim oluyor.
Müzikle aranız nasıl peki?
Eskiden çok dinlerdim. Özellikle türkü… Geniş bir halk müziği
koleksiyonum var. Hint halk müziğinden Balkan’a kadar. Ben en çok
Rumeli türkülerini severim. Onun dışında opera severim. Önemli plakları
evimde.
Takım tutar mısınız?
Nüfusum Beşiktaş’a
kayıtlı olduğu için kendimi Beşiktaşlı addediyorum. Ama öyle maçlarını
seyretmem. Ben daha ziyade Anadolu takımlarının başarılarını
önemsiyorum. Halk Halkçı tutumumdan dolayı… En son Bursaspor’un
şampiyonluğuna sevinmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder