Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasına Hoşgeldiniz. Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.

31 Ağustos 2012 Cuma

Klasik Türk Müziği bestecisi Udî Selâhaddin Bey


Selahattin Pınar, (d. 22 Ocak 1902, Denizli - ö. 6 Şubat 1960, İstanbul), Klasik Türk Müziği bestecisi, udi ve tamburidir. Eserleri genelde melankolik bir havaya sahiptir.
Hayatı
Babası Denizli Milletvekili Sadık Bey'dir. Aslen Denizlili olup babası Sadık Bey'in görevi nedeniyle henüz 3 yaşındayken İstanbul'un Altunizade semtine taşınmışlardır. Babasının karşı çıkmasına rağmen 12 yaşında ud çalarak musikiye başladı. Dönemin önemli bestekârlarından ders alan Selahattin Pınar ileriki yıllarda tanbur sazına geçti. "Üsküdar Musıkî Cemiyeti" adını alacak olan "Darü'l-Feyz-i Mûsıkî"nin kurucuları arasında bulundu. Burada Telgrafçı Ata Bey, Udî Sami Bey, Tanburî Cemil Bey'in öğrencilerinden Kadıköylü Fuad Bey gibi kimselerle ciddi çalışmalar yapılırdı. Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti olduktan sonra bu çalışmalara Necati Tokyay, Emin Ongan, Şükrü Tunar, Hâfız Burhan ve daha nice isim yapmış ve yapacak olan sanatkârlar katılmıştı. Bestenigâr Ziya Bey, Mızıkalı Celâl Bey, Udî Sami Bey, Hanende Hüsameddin Bey, Kâzım Uz ve Ali Rifat Çağatay hoca olarak görev yapıyordu.

30 Ağustos 2012 Perşembe

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI TÜM DÜNYAYA KUTLU OLSUN!


30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI TÜM DÜNYAYA KUTLU OLSUN! 
 
Attila İlhan,bir şiirinde  diyor ki: ‘’ Gecenin arkasında bir yerde,
Ufaldıkça gaz lambaları,
Nehrin omuzlarına yaslanıp 
yaşlı ve dindar,
Renkli Büyük Taarruz Atatürk Kocatepe'ye çıkarken Yalnızlıktan soğumuş dağlar,
Kalpaklı bir süvari dolaşırmış
gizlilerde,
       Köylüler böyle diyorlar   
yatsıları..
Kemal Paşa'dır diyorlar...’’
 

O kalpaklı süvari, 26 Ağustos sabahı sabah 05:00 sularında, Kocatepe’de kırbacını şaklattı ve keskin gözleriyle ufka doğru baktı. Zafere ulaşma süresi 15 gün diye planlanmıştı. Yunan ordusu ise, savunma mevzilerinin dört aydan fazla dayanabileceğini düşünüyordu. Fakat, o sarışın kurt, o kadar kararlıydı ve milletine o kadar güveniyordu ki, müthiş bir azim ve kararlılıkla topların gürlemesi için emrini verdi. Türk ordusu çok uzun zamandır taarruz etmemişti. Bu millet makus talihini yenmek için düşmana karşı kazma kürekle bile direnmişti. Şimdi başlarında kararlı bir lider de vardı. Bu liderin önderliğinde, kimse günlük dertlerini hatırlamıyordu bile. Vatanın her karış toprağı üzerindeki tüm insanlar, birbirine o derece bağlıydı ki, düşmanın bu bağı koparabilmesine imkan yoktu. Bu zor şartlar altında, zafere inanan ve medeni bir yapıya kavuşmak isteyen Türk milleti, gözünü bir dakika bile kırpmadan bir yandan ölüme bir yandan da hürriyete koştu. Çünkü; hürriyeti o kadar çok özlemişlerdi ki, tarih boyunca atalarının da her zaman hürriyete düşkünlüklerini bildikleri için, Mehmet Akif’in de dediği gibi, gömülemeyeceklerini çünkü tarihe sığamayacaklarını biliyorlardı. Yıllardır, analar bu kuzuları kınaladığı için evlerde kına, gönüllerde neşe mi kalmıştı? Bu millet bu zor şartlar altında tüm tarihe haykırdı: ‘’ Ya İstiklal ya ölüm!’’

Nâzım HİKMET- '26 Ağustos Gecesi -Akdeniz'e Varış '



Nâzım HİKMET/ Kurtuluş Savaşı Destanı'ndan

SEKİZİNCİ BAP



26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLAR
İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR
ve
İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E
BAKAN NEFER
 

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Fuzûlî


Fuzûlî
Mehmed bin Süleyman Fuzûlî (Fużūlī d. 1483, Hilla - ö. 1556, Kerbela ya da Bağdat), Azeri-Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet bin Süleyman'dır. Türk Bayat boyundan  olduğu aktarılmaktadır. Türk şiirini önemli ölçüde etkilemiştir. Yedi Ulu Ozan'dan biri kabul edilir.
Hayatı
Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan Oğuzların Bayat boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında Akkoyunlular zamanında şimdiki Irak'ta Kerbela veya Necef'de veya Kerkük iline bağlı Kale semtinde doğduğu tahmin edilir.
Fuzûlî iyi bir eğitim almak için ilk önce Hillah şehirinde müftü olan babasından, ve daha sonra Rahmetullah adındaki bir öğretmenden eğitim görmüştür. Daha sonraki öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte; eserlerinden İslamî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi'nin 2. beytinde; "Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem" "Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su" diyerek astronomi bilgisinin de iyi olduğunu ortaya koymuştur.

28 Ağustos 2012 Salı

MEVLANA: SENİN ŞANINA SADECE GELMEK YARAŞIR!

MEVLANA: SENİN ŞANINA SADECE GELMEK YARAŞIR!


Davalar, düşmanlıklar, kavgalar yok

İçki, eğlence, tad sarmış şehrimizi.
Elinde bir kadeh var her sarhoşun.
Kimi doymuş, rahat, kendinde.
İçkiye doğru koşmakta kimi.
Gürül gürül süt ırmağı bir yanda,
Bir yanda gürül gürül bal nehri.

Pek acayip bir şey bu:
Bir şehirde padişah bir tane olurdu,
Gökyüzünde ay bir tane.
Bu şehir padişahlarla dolu,
Gökyüzü aylarla, zuhallerle.

Yalnızlık - A... - Yavuz Bülent Bakiler

GECE YARISINDA BİR YALNIZ ADAM

Bir garip kimseydin bu şehirde,
Sevmezdin her akşam oturup içenleri.
Ve kimse bilmezdi o zamanlar
Düğüm düğüm içinden geçenleri.

Bir esmer kız severdin şiirler gibi,

Minyatürler gibi ince.
İçin içine sığmazdı, konuşamazdın
Çıkıp yanına gelince.

Efkârını dağıtmıyor şimdi her gece

Ard arda içtiğin sigara.
Ve başıboş akan ırmaklar gibi,
Dalıp dalıp gidiyorsun yollara.

Bütün sevdiklerin bırakıp gitti

Yapayalnız kaldın artık.
Dokunsalar, ağlarsın çocuklar gibi
Büyüdü gözlerinde yalnızlık.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Erdal Doğan - Osmanlı hakkında ezberler bozulacak

Osmanlı hakkında ezberler bozulacak

"İstanbul, resmi elçilerin dışında yabancı ülkelerde ajan ve casuslar da çalıştırıyordu.

Osmanlı hakkında ezberler bozulacak
Bu casusların bir kısmı ikili ajanlık yapsa da, diğerleri hayatları pahasına da olsa padişaha sadık kaldılar."(sf.81)

Osmanlı ordusu hakkında doğru bilinen yanlışlar

ABD'de Osmanlı, Avrupa ve Ortadoğu tarihi üzerine dersler veren Macar tarihçi Gabor Agoston, Osmanlı'da Strateji ve Askerî Güç adlı kitabında, bu büyük imparatorluğu Avrupa bağlamında ele alıyor.

Oryantalist ve Avrupa merkezli görüşe göre gücünün doruğundaki Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa üstünlüğü ve gelişen teknolojik gelişmeler karşısında modernleşmeyi başaramayıp gerilemeye başlamıştı. İleri sürülen tüm bu tezlere göre, Osmanlılar "muhafazakâr" oldukları için dünyada meydana gelen dönüşüm sürecine mesafeli kalmayı tercih ediyor, bu da "teknolojik bir gerilik" olarak tezahür ediyordu.

Büyük İskender


                 BÜYÜK İSKENDER
Büyük İskender, adı Doğu efsanelerinde yaşayan, o zaman ki dünyanın yarısını fethetmiş , Pers İmparatorluğu’nun güçlü ordularını yenmiş,
MÖ 356 Pella, MÖ 323 Babil yıllarında yaşamış, Makedonya Kralı ve tarihteki en büyük komutanlardan biridir.
M.Ö. 336 - M.Ö. 323 yılları arasında Makedonya kralı ve tarihteki en büyük imparatoru.
Ayrıca Türkçe tarihlerinde  Büyük İskender,  İskender Rumi,  İskender Yunani ve Makedonyalı İskender olarak da bilinir.

Gençliği ve Tahta Çıkışı
 II. Filip ile Epeiros (Epir) kralı Neoptolemos'un kızı Olimpias'ın oğlu olan İskender, 13-16 yaşlarında Aristo'dan aldığı derslerin etkisiyle felsefe, tıp ve bilime ilgi duydu.Babası II. Filip'in Byzantion'a saldırdığı M.Ö. 340'ta Makedonya'yı yönetti ve bir Trak kabilesini yendi, iki yıl sonra II. Filip'in Yunanlılara karşı kazandığı Kaironeya Çarpışması'nda ordunun sol kanadını komuta etti.II. Filip'in öldürülmesinin (M.Ö. 336) ardından komutanlarca kral ilan edildi(Babasına suikasti düzenleyen muhtemelen kendisidir). Öncelikle bütün olası hasım ve rakiplerini öldürttü. Babasının sağlığındaAsya seferini gerçekleştirmek üzere oluşturulan, Korintos'taki Helen Birliği sinhedrion'da (meclis) bu birliğin hegemonu ve başkomutanı seçildi. Delphoi üzerinden Makedonya'ya dönerken M.Ö. 335 ilkbaharında Trakya'ya girdi. Şipka Geçidini aşarak Triballileri (Triballoi) ezdikten sonra Tuna'nın öbür yakasına geçerek Getaları dağıttı. Ardından batıya dönerek Makedonya'yı istila etmiş olan İliryalıları yendi. Bu sırada öldüğüne ilişkin söylentiler üzerine Atina'da ayaklanma patlak verdi. Bu ayaklanmanın ardında hem yeni Pers kralı III. Darius'ün mali desteği, hem de Demostenes'in çabaları yatıyordu. Askerlerini günde 30 km gibi o çağa göre çok yüksek bir hızla ilerleterek Yunanistan'a giren İskender, tapınaklar ve şair Pindaros'un evi dışında bütün Tebai'yi yerle bir etti. Yaklaşık 6 bin kişinin öldürüldüğü, sağ kalanların köle olarak satıldığı bu sindirme hareketi sonunda Sparta dışındaki bütün Yunan Devletleri Makedonya üstünlüğüne boyun eğdi. Kral Filip'in yerine tahta geçen Büyük İskender, babasının planladığı İran seferini kendi üstlenmiştir.

26 Ağustos 2012 Pazar

Dünyanın ilk Standartlar ve Tüketiciyi Koruma Kanunları

Dünyanın ilk Standartlar ve Tüketiciyi Koruma Kanunları
II. Bâyezid döneminde dünyanın ilk Standartlar Kanunu, ilk Belediye Kanunları, ilk Tüketiciyi Koruma Kanunları ve ilk Gıda Nizâmnameleri hazırlandığı söylenmektedir. Bu kanunlardan bazı örnek maddeler zikrederek anlatabilir misiniz?
Prof Dr. Ahmed Akgündüz
osmanli carsi Osmanlı ve İslâm ceza hukukunda hırsızlıkEvet doğrudur. II. Bâyezid devrine ait en mühim kanunlardan birisi şüphesiz ki, Bursa, İstanbul ve Edirne İhtisâb Kanunnâmeleridir. Bu kanunnâme, dünyanın en mükemmel ve en geniş belediye kanunu olmakla kalmamakta, aynı zamanda dünyada ilk tüketici haklarını koruyan kanun, ilk gıda maddeleri nizâmnâmesi, ilk standartlar kanunu, ilk çevre nizâmnâmesi ve kısaca asrına göre çok hârika bir hukuk kodudur. Bu kanun, hem Osmanlı örf âdetlerini ve hem de İslâm hukukunu çok iyi bilen Mevlânâ Yaraluca Muhyiddin tarafından hazırlanmıştır. Hazırlanış tarihi 1502 ila 1507 tarihleri arasındadır.

Biz, her biri 100 küsur maddeyi bulan bu üç kanunnameden sadece bazı maddelerini, tüketici hakları açısından arz ediyoruz (Maddenin başındaki rakamlar Kanun maddelerine ve harflerden B, Bursa, E Edirne ve İ İstanbul Kanununa işaret etmektedir):

“İ-45. Ve mahkeme kararıyla yiyecek ve içecek ve giyecek ve hubûbât ki; çarşıda ve pazarda vardır, gözedilüb her meslek sahibi teftiş oluna. Eğer terâzûda ve kilede ve arşunda eksük bulunursa, muhtesib (belediye başkanı) haklarından gele.

Yalçın Ergir -Küçük Mutluluklar

KÜÇÜK MUTLULUKLAR

Küçük derelerdir büyük nehirleri oluşturan
Küçük mutluluklar, küçük, küçücük derelerdir
Büyük nehri ararken üzerinden atladığın
Arkana dönüp de bakmadığın

Küçük mutluluklar
Çıtır çıtır Kızılay simitidir, çayın yanında
Aniden radyoda karşına çıkan şarkı
Kar yağınca tatil olan okul
 

Birazda İlginç olsun.

Parmaklar Neden Çıtlar ?
Parmaklarınızı çıtlattığınızda duyduğunuz ses kemiklerinizden gelmez. Bu ses, eklemlerinizin birleştiği yerde bulunan sıvının içindeki gaz kabarcıklarının patlamasıyla oluşur. Bunu alışkanlık haline getirmek, eklemler etrafındaki dokuya zamanla zarar verir.
 
Dünyanın en büyük stadı. Estádio do Maracanã (Maracana Stadı-Brezilya)

Resmi olarak 180.000 kişi kapasiteli stadyuma, büyük maçlarda 200.000 kişi alınabilmektedir. Maracana Stadı hâlen dünyanın en büyük 1. futbol stadyumu ünvanını elinde bulundurmaktadır.
 
 

26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz'un Başlangıcı ve 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi Kutlu Olsun!



TÜRK TARİHİ’NİN ÖNEMLİ DÖNÜM NOKTALARI

Tarihte, bir olaya dönüm noktası diyebilecek kadar önemli bir atıfta bulunuluyorsa, gerçekleşen bu olayın bir toplumun toplum yapısını, ideolojisini ve de hedeflerini etkilemesi gerekir. Tarih boyunca, dünya düzenini etkileyen önemli olayların yanı sıra, belirli kavimlerin yükselişine ve çöküşüne etki ederek dünya düzenine de şekil veren belli başlı olaylar vardır.

Türk Tarihi’nde, dünyaya az da olsa yön verecek birçok olay vardır. Fakat, bana göre, Türk Tarihi’nde öyle üç olay vardır ki, bu üç olay karşısında dünya da ayağa kalkmıştır. Bu üç olaydan birincisi; 26 Ağustos Cuma Malazgirt Meydan Zaferi’dir. İkincisi; 29 Mayıs 1453 Salı İstanbul’un Fethi’dir. Üçüncüsü de; 26 Ağustos 1922’de başlayan ve 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşımızın askeri aşamasının son basamağı, Büyük Taarruz’dur. Tüm Türk Tarihi’nde, parlak zaferler olduğu kadar ağır yenilgiler de vardır, ki ülke bütünlüğünü etkileyen toplumsal hareketler ve askeri mağlubiyetler de dünya düzenine, galibiyetler kadar tesir edecek şekilde, şekil vermiştir. Bu yazıda, bu üç parlak zaferin, Türk Tarihi’ne ve Dünya Tarihi’ne neden bu derece tesir ettiğini düşündüğümü anlatmaya çalışacağım.

Medeniyetler geç oluşur, tarih boyunca yaşanan her coğrafyada belirli kavimler bulunmuştur. Her gelen kavim, kendi kültüründen bir parça bırakmış ve oluşan sentez sonucunda yepyeni medeniyet tarzları oluşmuştur. Tarihte hiçbir kavim yoktur ki, bulunduğu coğrafyanın kültüründen etkilenmesin ve hiçbir kavim de yoktur ki, bulunduğu coğrafyayı etkilemesin. Meseleye bu açıdan bakıldığında, oluşan sentezlerin ne derece önemli olduğu görülecektir. Bu dünya yaratıldığında, topraklar sahipli olarak yaratılmadı. Güçlü olan kazandı, akıllı olan medeniyet hırsızlığı yaptı ve sanki sıfırdan kendi üretmiş gibi onu tüm dünyaya yaydı. Çok eski tarihlerde yaşayan ve tüm Akdeniz kültürünü ilerlemiş denizciliği sayesinde etkileyen Girit Uygarlığı’na son veren barbar Mikenai kavmi, bu kültüre sahip çıktı ve bunun arkasından İon ve Yunan topraklarında oluşan Antik Yunan akımı tüm dünyaya derinden etki etti. İstanbul’un fethinden sonra meşhur Bizans kütüphanelerinde bulunan Antik Yunan eserleri Avrupa Rönesans’ına yön verecektir. Ayrıca, büyük fetihten yıllar önce İspanya topraklarında büyük bir medeniyeti temsil eden Endülüs Emevileri de bu müthiş birikimi tercüme ederek, üniversitelerinde müthiş bir bilimsel birikim sağlayacak ve İbn Rüşd gibi Aristocu, Ebu Mervan İbn Zuhr gibi Cerrahinin babası ve daha birçok ünlü bilgin yetiştirerek Avrupa Medeniyeti’nin oluşum aşamasına müthiş bir tesirde bulunacaktır. Görüldüğü üzere, kültür evrenseldir; birikim ile ilerleyen kültür ve elbette bilim, pratik faydaya yönelik değil de, geleceği şekillendirmeye yönelik kullanılırsa, medeniyetlerin kalkınmasına önemli katkılarda bulunur. Zira, 12. yüzyıldan sonra dünya bilimine ve kültürüne yön veren ünlü eserleri, İslam bilginleri değil, Avrupalı bilginler vermeye başlamıştı.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Yüreğiyle Konuşan Sanatçı: Ümit Yaşar Oğuzcan


Ümit Yaşar Oğuzcan

Ümit Yaşar Oğuzcan, (22 Ağustos 1926, Tarsus - 4 Kasım 1984), Türk şair.
22 Ağustos 1926 tarihinde Tarsus’ta doğdu. Eskişehir Ticaret Lisesi’ni bitirdi (1946); Türkiye İş Bankası’na girerek Adana, Ankara ve İstanbul’da çalıştı, otuz yılını doldurunca Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısı görevinde iken, emekliliğini istedi, ayrıldı (Haziran 1977). İstanbul’da kendi adını taşıyan sanat galerisi kurdu.
http://galeri3.uludagsozluk.com/153/umit-yasar-oguzcan_243135.jpg
Şiire 1940’da Yedigün şairleri arasında başlayan; 1975’te 33 şiir, 4 düzyazı kitabı, 13 antoloji ve biyografik eser, toplam 50 kitap çıkarmış bulunan, şiir plakları, şarkı sözleri ve yergileriyle tanınan Oğuzcan, günümüzün en popüler şairlerinden biridir. Genellikle Faruk Nafiz Çamlıbel duyarlılığında ve aşk, ayrılık, özlem temaları ekseninde çoğalttığı şiirini, 1973’te büyük oğlu Vedat’ın ölmesi üzerine, hayatın boşluğu, ölüm ve acı gibi derinliklere, öz ve biçim yoğunlaştırmalarına yöneltti. Şairlik başarısını, daha etkili, aruzla yazdığı rubailerinde gösterdi.

1967’ye kadarki hayatı, eserleri hakkında yazılanlardan seçmeler “Ümit Yaşar/25. Sanat Yılı Jübilesi” adlı bir kitaptadır.
ESERLERİ
Çoğu dört beş kere basılmış 33 şiir kitabının ilk baskı yıllarına göre isimleri: İnsanoğlu (1947), Dolmuş (1955), Aşkımızın Son Çarşambası (1955), Bir Daha Ölmek (1956), Kör Ayna (1957), İki Kişiye Bir Dünya (1957), Beni Unutma (ilk yedi kitabından seçmeler, 1959), Karanlığın Gözleri (1960), Akıllı Maymunlar (1960), Seninle Ölmek İstiyorum (1960), Üstüme Varma İstanbul (1961), Sahibini Arayan Mektuplar (1961), Yeni Dünya Rekoru (1961), Sevenler Ölmez (1962), Çigan Gözler (1962), Ötesi Yok (1963), Hüzün Şarkıları (1963), Bir Gün Anlarsın (1965), Sadrazamın Sol Kulağı (1965), Mihribana Şiirler (1965), Taşlar ve Başlar (1966), Seni Sevmek (1966), İnşallahla Maşallah (1966), Toprak Olana Kadar (1968), Göbek Davası (1968), Ben Seni Sevdim mi (1968), Halktan Yana (1969), Aşk mıydı O (1969), Önce Sen Sonra Ben (1971), Rubailer (1972), Yalan Bitti (1975), En Eski Yalnızlığımdın Sen Benim (1978), Dikiz Aynası (yergi şiirleri, 1982), Acılar Denizi (1977) isimli kitabı, son kitabı dışında bütün şiirlerinden seçmeler kitabıdır. Diğer seçme şiirler kitabı Şiirle 40 Yıl (1982) adını taşıyor. Bütün Şiirleri Özgür Yayınları’nda basılıyor (4 cilt, 1982-1984).

ÖLÜMSÜZ BİR ESER: ARTIK BU SOLAN BAHÇEDE BÜLBÜLLERE YER YOK

ÖLÜMSÜZ BİR ESER: ARTIK BU SOLAN BAHÇEDE BÜLBÜLLERE YER YOK

Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok

Bir yer ki sevenler sevilenlerden eser yok

Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok
Bir yer ki sevenler sevilenlerden eser yok 

Bu eserin;güftesi Faruk Nafiz Çamlıbel' e, bestesi Prof.Dr.Alaeddin Yavaşça'ya aittir. Eseri harika yorumlayan eşsiz sanatçılardan Alaeedin Yavaşça ve Ahmet Özhan'ın yanı sıra; bu eserin güftesinin sahibi,ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel'e de şükranlarımızı sunuyoruz. Tam bir beyefendi olan Prof.Dr.Alaeddin Yavaşça ve Ahmet Özhan ile beraber; 10. Yıl Marşımız'ın yazarı, Faruk Nafız Çamlıbel'in ve onun aziz hatırasına  ithafen bu üç büyük sanatçımızı yüzeysel de olsa tanımaya çalışalım.

MAX WEBER ve İSLAM MEZHEPLERİ












    MAX WEBER ve İSLAM MEZHEPLERİ

                                                                      Michael COOK                                      
                                                              Çev.: CelaleddinÇELİK

                                                                            ÖZET

“Mezhep” ve “Kilise” kavramları, farklı toplumsal ve dini tarih içinde kazandıkları özel anlamları dikkate alınarak kullanılmaları gereken özel kategorilerdir. Ancak bu kavramlar zaman zaman İslami bağ-lamda da dikkatsizce ifade edilmektedirler. Michael Cook bu yazı-sında, Weber’in İslam’la ilgili yazılarında dile getirdiği mezhep ve ki-lise kavramların ın, İslam dünyasında ortaya çıkan grupları ve özel-likle mezhepleri tanımlamada uygun enstrümanlar olarak kullanı-lamayacağını savunmaktadır. Cook, ayrıca Weberin yazdıklarından hareketle kavramların eleştirel bir tasnifini yapmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Mezhep, Kilise, Cemaat, Max Weber, İslam.



Bu makalenin konusuna iki şekilde yaklaşılması mümkündür. Birinci yaklaşım, başlıktaki birleşimi iki farklı unsurun birlikteliği-ni temellendiriyormuş gibi kavramaktan oluşur. O zaman söze Weber’le başlanır ve yine onun sözleriyle bitirilir. Bu arada mümkün mertebe İslam mezhepleri hakkında da sözedilebilirdi. Böyle bir giri-şim, bilhassa “X ve İslam” konulu başka çalışmalara da kolaylıkla dönüştürülebileceği için cazip olurdu. Burada uygulanan alternatif yaklaşım ise, bu birleşimin boş bir bağlantı olmadığını göstermekte-



Michael Cook, “Max Weber und islamische Sekten”, Max Webers Sicht des Islams, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main 1987, 334-341.

    Yrd.Doç.Dr., Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi ABD.


TİYATROYU EVİ OLARAK GÖREN ve ÖMRÜ ÇALIŞMAKLA GEÇEN BÜYÜK SANATÇI: MÜŞFİK KENTER


TİYATROYU EVİ OLARAK GÖREN ve ÖMRÜ ÇALIŞMAKLA GEÇEN BÜYÜK SANATÇI: MÜŞFİK KENTER

Tiyatro uğruna her türlü zorluğa göğüs geren bir idealist, kuşak kuşak öğrenci yetiştiren bir eğitimci, darbeye inat oyun oynayan cesur bir adam, şairlerin ama en çok da Orhan Veli'nin dostu, Türkiye'ye sesiyle, tavrıyla, oyunlarıyla tiyatroyu sevdiren insan Müşfik Kenter...
ALF: Alf'i (aynı adlı dizinin kahramanı uzaylı) unutulmaz kılan biraz da Müşfik Kenter'di bizim için. Çünkü kedi düşmano uzaylıyı, sevimli olarak algılamamızı sağlayan Kenter'in sesiydi.

BEN GARI İSTEREM
: Züğürt Ağa'da görünmez Müşfik Kenter, ama sesiyle filme damgasını vuranlardan biridir. Pek bilinmese de filmde "Ben garı isterem," repliğiyle akıllarda kalan, Bahri Selin'in canlandırdığı Abdo Ağa'yı Müşfik Kenter seslendirir.

CYRANO DE BERGERAC:
Sahnede unutulmaz performanslara imza atan Müşfik Kenter'in efsaneleşen oyunlarından biri. Kenter Tiyatrosu'nda 1981-1982 sezonunda sahnelenen bu oyun dışında Kenter, Shakespeare, Çehov, Gorki, Brecht, Ionesco, Harold Pinter, Melih Cevdet Anday, Cevat Fehmi Başkut gibi yazarların eserlerini sahneledi ve bu oyunlarda rol aldı. Önemli oyunları Kuvayi Milliye, Huysuz İhtiyar, Van Gogh, Kahramanlar ve Soytarılar, Arzu Tramvayı, Vanya Dayı, Buzlar Çözülmeden, Salıncakta İki Kişi, Bir Garip Orhan Veli, Üç Kuruşluk Opera, Antigone, Mikadonun Çöpleri, Hamlet, On İkici Gece, Martı idi.

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?- Fuzuli

</p><p>
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı?

Kamu bîmârına cânan devâ-yı derd eder ihsan,
Niçin kılmaz bana derman beni bîmâr sanmaz mı?

Şeb-i hicran yanar cânım töker kan çeşm-i giryânım,
Uyarır halkı efgaanım kara bahtım uyanmaz mı?

Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su,
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı?

Gamım pinhan dutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Disem ol bi-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı?

Değilim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil.
Bana ta’neyleyen gaafil seni görgeç utanmaz mı?

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemişe halka rüsvâdır,
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı?

Fuzuli

Memleket İsterim - Cahit Sıtkı Tarancı


MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
 
Cahit Sıtkı Tarancı 

24 Ağustos 2012 Cuma

LİDERLİK KONFERANSI: José Mourinho'nun Liderlik Sırları

LİDERLİK KONFERANSI:  José Mourinho'nun Liderlik Sırları

Mourinho’nun sırrı: Baskıyı severim, insanları dinlerim“Başarısızlığa değil geleceğe odaklanmak gerek”
 
Konferansın özel konuğu Real Madrid Teknik Direktörü Jose Mourinho, mesleğinin kendisine çok şey kazandırdığını belirtti. Bugüne kadar yaşadığı olayların kendisini “dengeli” olmaya yönelttiğini belirten Mourinho, son şampiyonluğu üzerine “Bu benim son şampiyonluğum değil, o yüzden de kutlama yapmam gerekmiyor” diye konuştu. Olaylar iyi gitmediğinde sonuca değil geleceğe odaklanmak gerektiğini ifade eden Mourinho, Başarısızlıktan ders almak yerine öngörülü olmak zaman kazandırır” dedi.
“Futbol benim habitatım”
Kendisini sosyal açıdan utangaç olarak tanımlayan Mourinho, “Kendimi en rahat hissetiğim yer evim ve futbol. Futbol benim habitatım. Beni geliştiren büyüten yer. Maç ısrasında duygulara yer yok. O an maçı yiyen bir adam olmaya çalışıyorum. Dışarıdan maçı izliyorum. Oyuncularıma performans için yardımcı olmaya çalışıyorum. Çevremde neler olduğunu maçtan sonra öğreniyorum” açıklamasında bulundu.
“Lider olmanın pek çok yolu var”
Lider olmanın pek çok yolu olduğunu söyleyen Mourinho, şunları söyledi: “Benim liderliğim en doğru liderliktir diyemem. Duruma göre liderlik seviyesine ulaşmanın çok yolu olduğunu düşünüyorum.
 

TÜRKİYE’DE TOHUMCULUK, GDO KAVRAMI ve HİBRİT TOHUMLARIN TİCARETTEKİ ÖNEMİ


http://www.iyibilgi.com/images/haber/23466.jpgTÜRKİYE’DE TOHUMCULUK, GDO KAVRAMI ve HİBRİT TOHUMLARIN TİCARETTEKİ ÖNEMİ

Sebze tohumu, İsrail ve Hibrit tohum

Fotoğrafta bir domates meyvesinin ortadan ikiye kesilmiş hali yer almaktadır. Kesilen meyve incelendiğinde; meyvenin uzun süre bitki üzerinde beklediği ya da olgunlaşma dönemi geçtikten sonra hasat edildiğinde bazı zamanlarda ortaya çıkan meyve içinde olgun tohumların çimlenmesi görülmektedir. Başka bir deyişle olgun domates meyvesi içinde bekleyen tohumlar bazı zamanlarda serada ya da tarlada uzun süre beklediğinde, aşırı sıcaklarda, olgunlaşma zamanı geldiği halde bitkiden hasat edilmediğinde meyve içerisinde çimlenmeye başlayabilmektedir. Bu tamamen domates meyvesinin ve içindeki tohumların fizyolojisiyle ve çevre şartlarından kaynaklanan bir durumdur. Domates meyvesi içerisinde çimlenen tohumlar biraz daha bekledikleri zaman fotoğraftaki gibi çimlenen tohumlardan gelişecek yeni bitkiye ait kotiledon yapraklar ve yeni bitkinin gövdesi gelişebilir. Zaten fotoğrafta da kotiledon yapraklar üzerinde tohumun kabuğu gözükmektedir.
Domateste arasıra gözükebilen bu durum ile ilgili olarak konuyla ilgisi ve bilgisi olmayan insanlar çeşitli internet sitelerinde ve gazetelerde; “GDO(genetik olarak değiştirilmiş, transgenik)’lu domatesler, canavar domatesler, domatesin içinden bitki çıktı, domatesin içinden genetiği değiştirilmiş oluşumlar çıktı” gibi son derece cahilce ve bilimle ilgisi olmayan haberler çıkardılar ve tarım bakanlığı nezdinde bütün ziraatçilere ve tarımcılara verdiler veriştirdiler. Sonra da konuyu İsrail’den alınan tohumların böyle olması normal, GDO domates tohumları, her yıl niye domates tohumu alıyoruz tartışmalarına ve sonucuna getiriverdiler. Aslında konu sadece meyve içinde erken çimlenen domates tohumlarına ait bir fotoğraftı.

Hint Avrupa dilleri Anadolu'da doğmuş


Hint Avrupa dilleri Anadolu'da doğmuş

Yapılan son araştırma ile Hint Avrupa dillerinin anavatanının Anadolu olduğu tezi büyük ölçüde doğrulandı

İngilizce'nin de aralarında yer aldığı ve bugün üç milyar kişinin konuştuğu Hint-Avrupa dilleri ailesinin kökenlerinin neresi olduğuna dair bugüne dek iki tez vardı.

Birinci teze göre, bu dilleri konuşan ilk topluluklar 4 bin yıl önce Hazar Denizi'nin kuzeyinden Avrupa ve Hindistan'a yayıldılar. İkince tez ise Hint Avrupa dili konuşanların atalarının 9 bin yıl önce Anadolu'da yaşayan çiftçi topluluklar olduğunu öne sürüyor.

Science dergisinin son sayısında yer verilen araştırma  bu iki farklı tezin hangisinin doğru olduğu konusunda ki tartışmalara son verecek nitelikte. Yeni Zellanda'nın Auckland Üniversitesi'ndeki çalışmayı yapan ekip, normalde virüslerin aile ağaçlarını bir araya getirmek için kullanılan bir metodolojiyi uyguladı.

23 Ağustos 2012 Perşembe

Ömrü Çalışmakla Geçmiş Bir Dahi: Vehbi Koç


VEHBİ KOÇ

Vehbi Koç ( 1901-1996) 20 Temmuz 1901 yılında Ankara'nın Çoraklık semtinde doğdu. Babası Koçzade Hacı Mustafa Efendi (1874-1928), annesi Kütükçüzade Hacı Rıfat Efendi'nin kızı Fatma Hanım (ölümü 1963). Baba tarafından üç asırlık, anne tarafından
http://ahmetkirtok.com/wp-content/uploads/2009/04/Vehbi_Koc.jpg 
Hacı Bayram-ı Veli sülalesine dayanan altı asırlık bir aileden geliyordu.

Ankara İdadisi'nde okudu. 1917 yılında iş hayatına atıldı.

1926 yılında babasının ticarethanesini devir alarak "Koçzade Ahmet Vehbi" ismi ile Ankara Ticaret Odası'na kaydettirdi.

Bir yandan Ticaret ile uğraşırken diğer yandan Ford ve Standart Oil gibi yabancı şirketlerin Türkiye temsilciklerini alarak işlerini büyüttü. Daha sonra taahhüt işlerine girdi.

1938 yılında müesseseleşme yolunda ilk adımı atıp İstanbul'da Koç Ticaret A.Ş.'ni kurdu.

Malazgirt Zaferi’nin Türk Ve Dünya Tarihindeki Önemi

Malazgirt Zaferi’nin Türk Ve Dünya Tarihindeki Önemi


Ayten DİRİER

Türk Tarihi, diğer milletlere örnek olacak  birçok zaferle doludur.. İlk Türk devletlerinden başlayarak, Türki­ye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşuna kadar, Türk milleti pek çok zaferler kazanmıştır. Ancak kazanılan bunca zaferden bugün elde ne kaldığı düşünülürse, Malazgirt zaferinin değeri daha iyi anlaşılır. Malazgirt'te tümüyle şehit olmayı göze almış ve ant içmiş bir orduya, Tanrı armağan olarak şanlı bir zafer ve ebedi bir ülke vermiştir.

Malazgirt Zaferi, yalnız Türk tarihinde değil, Dünya tarihinde de bir "Dönüm Noktası" olacak kadar önemli bir olaydır. Çünkü Türklerin Tarih boyunca kazandığı zaferler içinde ileriye doğru en çok etkide bulunan bu zaferdir. Bu zafer, Türk milletinin geleceğini sağlayan ve ona yeni bir yurt, yeni bir tarih hazırlayan çok büyük bir olaydır. Kısa bir süre içerisinde, Türkleri İran sınırından, Marmara kıyılarına ve İstanbul önlerine getiren  bu zaferdir.

Malazgirt Zaferi’nin önemli sonuçlarından biri de, İslâm ve Hıristiyan Dünyası’nın yazgısını değiştirmiş olmasıdır. Gerçekten İran’a ve Bizans’a karşı ilk zaferler kazanılmamış olsaydı, nasıl İslâmiyet Arabistan çöllerinde tutsak olur ve insanlığın Eski Çağ Avrupa uygarlıklarını birbirine ulaştıran ve üçüncü büyük eseri olan İslâm Uygarlığı’nın ortaya çıkması olanaksız idiyse; Selçuklular ortaya çıkmamış ve Malazgirt kazanılmamış olsaydı, İslâm milletleri  ve uygarlığı da öylece, daha XI.yüzyılda sahneden çekilirdi. Sonuçta bu uygarlığa XVII. Yüzyıla dek üstünlük ve yaşama olanağı veren Anadolu’nun Türkleşmesi ile üç kıta üzerinde dünya düzenine etken olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulmasına olanak veren olayların ortaya çıkışı iyice düşünülecek olursa, Malazgirt Zaferi’nin evrensel anlamı ve Tarihte oluşturduğu dönüm noktası kolayca anlaşılır.

Malazgirt Meydan Savaşı ve Alparslan

Malazgirt Meydan Savaşı ve Alparslan

 
Hâdi İSTEK   histek@sizinti.com.tr


Güzel işlere imza atmış bazı şahsiyetler, kendinden sonra gelenlerce hayırla yâd edildiği gibi, takipçilerini yanlışlara sürükleyen bazı kişiler de tarih boyunca beddualarla anılmıştır. Tarih sayfalarında her iki aksiyonun da temsilcilerine fazlasıyla rastlarız. İlk grupta yer alan tarihî şahsiyetlerden biri, Anadolu kapılarının Müslüman-Türklere açılmasına vesile olan Selçuklu hükümdarı Sultan Alparslan’dır (1033–1092).

Alparslan’ın asıl ismi Muhammed bin Davut Çağrı’dır. Alparslan tahsiline küçük yaşlarda başlamış, zamanın âlimleri tarafından en iyi şekilde yetiştirilmiştir; küçük yaşlardan itibaren babası Çağrı Bey’in yanında haksızlık ve zulüm yapan düşmana karşı hakkı müdafaa için, hayatını hiçe sayarak muharebelere iştirak etmiştir. Alparslan; kabiliyeti ve kahramanlıkları sayesinde Mevr şehrinin meliki, babasının da veliahdı olmuştur. Alparslan, amcası Tuğrul Bey’in 1063’te vefatı üzerine, ikinci Selçuklu sultanı olarak 27 Nisan 1064 tarihinde Halife Kaim bi Amrillah’ın da hazır bulunduğu bir mecliste sultan ilân edilmiştir. ‘Cihan Sultanı’, ‘Ebu’l-Feth’ (Fetih babası, çok fetih yapan) ve ‘Sultanü’l-Âdil’ lâkapları ile anılan Alparslan, saltanatı müddetince İslâm’a hizmet etti. O, İslâmiyet’i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve bâtınî hareketlerine karşı çok hassastı. Enerjisi, disiplini, yiğitliği ve adaletiyle temayüz eden Alparslan, büyük tarihî zaferlerinin yanı sıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, îmar ve sulama tesisleri vücuda getirmek suretiyle de hizmetler yapmış, İmâm-ı Âzam’ın Türbesi, Harezm Camii ve Şadyah Kalesi gibi pek çok eser inşa ettirmiştir. Zamanında; İmam-ı Gazalî, İmâmü’l-Haremeyn Cüveynî, Ebu İshak eş-Şirazî, Abdülkerim Kuşeyrî, İmâm-ı Serahsî gibi büyük âlimler yetişmiştir.

Umur Bey , Fatih'ten 115 yıl önce gemileri karada yürüttü !

UMUR BEY, FATİH'TEN 115 YIL ÖNCE GEMİLERİ KARADA YÜRÜTTÜ!

Gazi Umur Bey kimdir?

İzmir Emiri Gazi Umur Bey, XV. asırda şair Enverî tarafından yazılan manzum “Düstûr-nâme”de, destansı bir şiir diliyle hayatı anlatılan;  girişimci, yetenekli, kahraman Türk denizcisi ve Aydınoğulları Beyliği’nin en ünlü emiridir. İzmir´in Osmanlı öncesi Türk egemenliği dönemini içeren "tek" kaynak,1465´te Fatih dönemi vakayınüvislerinden olan Enverî tarafından kaleme alınan “Düstûr-nâme” 3730 beyitten oluşuyor. Mesnevi tarzındaki eserin ikinci bölümünde; Umur Bey´in hayat hikâyesi, yaptığı fetihler, akınları, 26 deniz seferi ayrıntılarıyla ortaya konulurken; Anadolu Beylikleri, Bizans ve Lâtinlerle olan temasları da şiirsel bir üslupla dile getirilmiş.
Malazgirt Zaferi’nden sonra 1077’de Çavuldur boyu tarafından fethedilen İzmir’de, Bizans tutsaklığından kurtulan Çaka Bey tarafından 1081’de ilk Türk Derya Beyliği kuruldu. Bizans’ın içten çürüdüğünü gören Çaka Bey, “Üçlü Kıskaç” dediği bir plânla Bizans’ı ele geçirmeye çalıştı. İzmir, Çaka Beyin büyük deniz proje ve girişimlerine sahne oldu. Her zamanki gibi Bizans entrikaları galip geldi ve Çaka Bey’in büyük hayalleri suya gömüldü. 1097’de Haçlı Ordusu tarafından, 20 yıllık ilk Türk Derya Beyliği’ne son verilerek toprakları Bizans’a verildi.

Anadolu Türk birliğini sağlayan Anadolu Selçukluları döneminde, uc denilen Bizans sınırı, sürekli göç alıyordu. Gaziler İzmir’e kavuşmak için yanıp tutuşuyordu. Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol egemenliğini tanıdığı dönemde uc’larda bulunan Türkmen Beyleri bağımsızlıklarını ilan ettiler.

Itri (Buhurizade Mustafa Efendi )

Itri   ( ....  - 1712)ITRİ(BUHURİZADE MUSTAFA EFENDİ)

İstanbul'da doğdu, aynı kentte öldü. Çağdaşlarının, ölümüne tarih düşürmek amacıyla kaleme aldığı mısralar ile, bestelediği yapıtlarda güfte olarak kullandığı şiirlerin yazılış tarihlerine göre, yaklaşık 1630 ile 1640 yılları arasında doğduğu sanılmaktadır. Çeşitli kaynaklarda ölümü için 1711 ve 1712 tarihleri gösterilmektedir. Asıl adı Mustafa'dır. Itrî, şiirlerinde kullandığı mahlastır. Buhurîzade Mustafa Efendi diye de anılmıştır. Buhurîzade adının kendi lakabı mı, yoksa aile adı mı olduğu bilinmemektedir. Yaşamı üstüne bilinenler de, eski ve yeni kaynaklardaki, çoğu birbiriyle çelişen bilgilere dayanır. Zamanına göre iyi bir öğrenim görmüştür. Ustalarından birinin Hâfız Post olduğuna kesin gözüyle bakılır. Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi 17 yy. bestecilerinden de yararlandığı sanılmaktadır. Çağının kaynakları, onun Mevlevi olduğunda birleşirler. Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da, bunun bir kanıtıdır. 

Mitokondri

MİTOKONDRİ

Midi-klorian, mitokondri demektir. Mitokondri, vücudumuzdaki hücrelerde yaşayan, bakteri benzeri mikroskobik yapılardır.
Eskiden mitokondri, hücreye enerji sağlayan bir enerji santrali olarak değerlendiriliyordu. Ancak son yıllarda bilim adamlarının yaptığı araştırmalar, mitokondrinin başka işlevlerini daha ortaya çıkarttı.
Star Wars’ta dile getirildiği gibi mitokondrinin gizli güçleri teker teker deşifre ediliyor. Mitokondri, yaşamın kritik kararlarının pek çoğunda son sözü söyleyen bir otorite.
Örneğin;
“Annenizin tohum hücrelerinden hangisi olgunlaşarak sizi oluşturan yumurtayı meydana getirecek?” veya ''100 yaşına kadar yaşamanız için gerekli koşullar oluşacak mı?'' gibi soruların yanıtları hep mitokondride gizli.
Bu arada Parkinson veya Alzheimer gibi pek çok hastalıkta da önemli bir rol oynayan mitokondri, insanların niçin iki cinsiyetli olduğuna da bir açıklama getiriyor. İnsan hücresi çekirdeği yaklaşık 10 bin gen içerirken, her bir mitokondride yalnızca 37 gen bulunuyor.
Mitokondrinin üreme sistemi üzerindeki etkisi belki de bilinenden daha karmaşık.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

1605 Barut Komplosu

1605 Barut Komplosu

«Hatirlayin, hatirlayin
Kasim ayinin besini
Barut ihanetini ve komployu
Hiç bir neden yok
Unutmamiz için
Barut ihânetini»


1605 Barut komplosu (Gunpowder Plot), bir grup yönetim karsiti tasrali Ingiliz Katolik tarafindan, Ingiltere Krali I. James ve diger aristokratlari öldürmek için 5 Kasim 1605'te yapilan Parlamento Binasi'ni havaya uçurma girisimidir. Planin basinda Robert Catesby, tetiginde de Guy Fawkes vardi. "Girisim" sözcügüne yapilan vurgudan da anlasildigi üzere basarisizliga ugratilmistir.

Barut komplosu, muhafazakâr Protestan Kral I. James'e karsi yapilan suikast girisimlerinden yalnizca biriydi. 1603 tarihli Ilk komplo ve Veda komplosunu müteâkiben yapilmisti.

Günümüzde bazilari, Barut komplosunun bir Karsi-Reform hareketi oldugunu, bazilari da baskici yönetime karsi anarsi hareketlerinin öncüsü oldugunu kabûl eder. Iki yaklasim da kismen dogrudur denilebilir.

Barok Sanat

BAROK SANAT
17. yüzyılın başında Avrupa’da yepyeni bir sanat üslubunun doğduğuna tanık olunur. Bu yeni üslup, Rönesans üslubundan ayrı, hatta ona tümüyle karışt bir sanat üslubudur. Sanat tarihçileri, yalnız resim, heykel ve mimarlığı değil, öteki sanat dallarını da kapsayan, temelde Rönesans’tan farklı, yeni bir dünya görüşüne dayanan bu üsluba “Barok Sanat” adını vermişlerdir. Barok sözcüğü, Portekizce “Barucca” sözünden gelir. Portekizce’de garip biçimli, eğri-büğrü incilere verilen bu küçültücü ad, aradan yüzyıl geçtiği halde Rönesans ilkelerine bağlılıkta direnen tutucu kişilerce konulmuştu. Batı sanatında her büyük akım, başlangıçta sert tepkilerle karışlaşmış, adlarını da çok kez böyle aşağılatıcı tanımlardan almıştır.
16. yüzyılın ikinci yarısına ortaya çıkan Maniyerizm, 250 yıllık Rönesans sanatına karış uyanan bir tepkinin sonucuydu. Maniyerizm, Rönesans’ın insanı ön plana alan, sıkı bir geometriye dayanan akılcı tutumuna karış çıkış, katılaşmaya yüz tutmuş kalıpları yıkmak eylemiydi. Barok sanatın oluşumunda Maniyerist tepkinin katkıları da yadsınamaz. Rönesans gibi bir Yeniçağ sanatı olan Barok sanatın da temel amacı görüneni gerçekte olduğu gibi inandırıcı bir biçimde vermekti. Natüralizm denilen bu tutumda amaç aynıydı, ama Barok sanatçı bu amacına Rönesans sanatçısından çok ayrı yollardan varmayı başarmıştır.

Puvatya Savaşı , Charlemagne(Şarlman-Büyük Karl) ve Charles Martel

Puvatya Savaşı , Charlemagne(Şarlman-Büyük Karl) ve Charles Martel

Puvatya Savaşı

Dosya:Steuben - Bataille de Poitiers.pngPuvatya Savaşı; Emevî halifeliğinin Endülüs Valisi Abdurrahman Gafiki komutasındaki bir İslâm ordusu ile Charles Martel komutasındaki Frank ordusu arasında yapılan savaştır (Ekim 732). İslâm ordusu 732 baharında Fransa'ya sefere çıktı ve Franklar karşısında çeşitli başarılar elde ederek Poitiers (Puvatya) kentini ele geçirdi. Dönüşte Poitiers ile Tours arasında Charles Martel komutasındaki Frank ordusu karşısında yenilerek geri çekildi. Charles Martel, bu zaferinden sonra Avrupa'yı İslâmlardan kurtaran bir kahraman olarak görüldü ve kendisine çekiç anlamına gelen "Martel" unvanı verildi.


Yahya Kemal Beyatlı-VUSLAT

VUSLAT

osmanli 7479Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
Görmezler ufuklarda, şafak söktüğü anı...

Gördükleri ru'ya ezeli bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen ruzgarı başka.
Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez;
Gül solmayı; mehtab, azalıp gitmeyi bilmez...

Gök kubbesi her lahza, bütün gözlere mavi...
Zenginler o cennette fakirlerle müsavi;
Sevdaları hülyalı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi, bir fiskiye ahengini dinler. 




Bir ruh, o derin bahçede bir defa yaşarsa
Boynunda O'nun kolları, koynunda O varsa,
Dalmışsa O'nun saçlarının rayihasiyle,
Sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle.

Bekleyen-Necip Fazıl Kısakürek

 













 
Bekleyen

                                                                           Sen kaçan ürkek bir ceylansın dağda
ben peşine düşmüş bir canavarım.
istersen dünyayı çağır imdada
sen varsın dünyada birde ben varım
seni korkutacak geçtiğin yollar
arkandan gelecek hep ayak sesim
sarıp vücudunu belirsiz kollar
enseni yakacak ateş nefesim
kimsesiz odanda kış geceleri
için ürperdiği demler beni an
deki odur sarsan pencereleri;
deki rüzgar değil odur haykıran
göğsümden havaya kattığım zehir
solduracak bir gül gibi ömrünü
kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir
bana kalacaksın yine son günü
ölürsün kapanır yollar geriye
ben mezarla sırdaş olur beklerim
varılmaz hayale işaret diye
toprağında bir taş olur beklerim
Necip Fazıl Kısakürek

21 Ağustos 2012 Salı

TAHTA PARÇASI, AY ve YILDIZ


TAHTA PARÇASI, AY ve YILDIZ

Gaziantep’te yapılan bombalı saldırı sonucunda, çok sayıda vatandaşımız hayatlarından olurken, bu haksız ölümlerin sorumlusu olan örgüt ve örgüte destek veren sivil halk, zamanında kendilerinin maruz kaldığı ve haksız olduğunu düşündükleri acımasız yöntemleri kendileri de kullandılar ve insani duygulardan yoksun olduklarını göstermiş oldular. Yöneticiler de, prestij uğruna adım atmayı geciktirdikleri için, bu vebale biraz daha ortak olmuş oldular. Ne yapacağını bilemeyen, geleceğe çözüm için umutlu bakamayan bir grup vatandaş, sosyal paylaşım sitelerinde duyarlılıklarını sergilediklerini düşünürken; çözümü çok iyi bildiğini düşünen ve yetki kendilerine verildiği takdirde bu işi çözeceğini hatta sonsuza kadar bir daha sorun olmayacağını iddia eden bir grup vatandaş da, üzerinde kafa yormaya zahmet dahi edemediği çözüm düşüncelerini-sanki kırk yıllık tecrübe sahibiymiş gibi- bizlere lütfettiler. Ülkemizdeki vatandaşların belirli kesimlere ayrıldığı ve konu ile alakalı farklı, uç ve keskin düşüncelere hakim oldukları aşikardır. Terör yanlısı vatandaşlarımız ise, bir yandan hak ve özgürlük talep ederken, öbür yandan masum insanların öldürüldüğünü görüp, kafalarındaki özgür düşüncelerini, ağır basan saplanmış düşüncelere tercih edemiyor ve o an için de olsa doğruları yine söyleyemiyor. Bu olaylara bir ideolojinin zaferi olarak bakanlar, arada can verip giden binlerce masum insanı, ticarette alışveriş malzemesi olarak kullandıkları para olarak mı görüyorlar? Kim daha çok kan ve kemik kazanırsa o mu kazanmış olacak? Bu canı siz mi bahşettiniz ki, almaya cüret edebiliyorsunuz? İdeolojilerini desteklemek uğruna demokrasiden, insan haklarından ve Avrupa hukukundan söz eden ey halkım, siz konuştuğunuz ve vaat ettiğiniz onca hayallerinizi neden kullanmaktan çekiniyorsunuz? Vaat ettiğiniz demokrasi anlayışı ve o müthiş ve ütopik hukuk anlayışınız bu mudur? Unutmayınız ki, yalanlarla inşa ettiğiniz ve kullanmayı dahi bilmediğiniz o araçlar, zaten hiçbir zaman sizin olmamıştır. Gerçi, Avrupa’da ve tüm dünyada  , devir değiştiren ve yeni akımları ve fikirleri ortaya çıkaran hareketlenmeler, hep kanlı olmuştur. Dünya’da bunun birçok örneği mevcuttur, en yakın örnek de Arap baharı ve Suriye olaylarıdır. Devrim yapmayı silahlarla zanneden topluluklar, yapılan bu devrimlerim geleceğe nasıl bir katkı yapmasını bekliyorlar? Bir insan topluluğunun fikrini, belki o an için, silah zoru ile korkutarak, değiştirebilirsiniz; fakat gelecek vaat ettiğiniz bu insanlara verebileceklerinizi bilmeden, nasıl çok bilgiliymiş gibi konuşabiliyorsunuz? Kanla yapılan mücadeleler, gönüllere-akıllara-çıkarlara hizmet etmek zorundadır.; eğer bunlar göz ardı edilirse, bu tip hareketler hiçbir zaman başarılı olamaz. İşin içinde illa kan olacaksa, buradan çıkacak hak, demokrasi ve özgürlük vaatlerinin ne kadar ütopik olduğu görülebilecek vaziyettedir. Zira, demokrasilerde dahi, hep güçlü olanın sözü geçiyor; sanki zayıf olanın düşünecek beyni yok ve onun düşünceleri önemli değil. Saplantılı düşüncelerin hangi biri senelerdir bu dünyada hüküm sürüyor? 

Neyzen Tevfik

Dosya:Neyzen tevfik.jpgNeyzen Tevfik
Tevfik Kolaylı (24 Mart 1879[1][2] (Hicrî 1296[3]; 1880?[4]); Bodrum, Muğla - 28 Ocak 1953; İstanbul), ya da yaygın bilinen adıyla Neyzen Tevfik, taşlamalarıyla tanınan Türk neyzen ve şairdir. Taşlama kitaplarının yanı sıra, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisi olarak da bilinir.
Osmanlı döneminde istibdata karşı, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı hicvini kullanmış; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır. Birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır.
Bektaşi tekkesine mensup olmuş, hayatının büyük bölümünü İstanbul'da çeşitli hanlarda geçirmiştir. Son dönemlerinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde kendine ayrılan 21. koğuşta kalmıştır. 1930'larda kısa süreyle kendine bağlanan aylık haricinde düzenli bir geliri olmamıştır ve hayatı boyunca sara nöbetleri ile uğraşmıştır. Aynı zamanda rakı başta olmak üzere çok fazla içki içtiği bilinmektedir.
Hayatı
1879 yılının 24 Mart Pazartesi günü[1][2], kendi bir beyitinde belirtiğine göre Hicrî 1296 yılında[3], Muğla'nın Bodrum ilçesinde, Emine Hanım ve Hasan Fehmi Bey'in ilk oğlu olarak doğdu. Ahmet Şefik adında bir de kardeşi vardır. 'Kolaylı' soyadı, Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra, babası Hasan Fehmi Bey'in Samsun'un Bafra ilçesine bağlı Kolay beldesinden olduğu için aileye aldığı soyadıdır.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Hannibal

Hannibal

Annibal ya da Hannibal, kartacalı general ve devlet adamı (İ.Ö. 247 – Bithynia 183), Hamilkar Barkas’ın oğlu. Romalılar’dan nefret edecek biçimde yetiştirildi, çok genç yaşta babasıyla İspanya’ya gitti. 221’de ordu tarafından şef ilan edildi, Hannon’un muhalefetine karşın Kartaca senatosu bu kararı onayladı. Roma’yı yıkmaya kararlıydı.

221’den 219’a kadar Ebro’nun batısındaki toplulukları sindirdi, zengin bir gümüş bölgesi olan Castulo’dan bir prensesle evlenerek topraklarını genişletti. Daha sonra Roma’nın müttefiki ve Marsilya’nın dostu olan Saguntum’a saldırarak (İ.Ö. 219) Roma ve Kartaca arasındaki antlaşmayı ihlâl etti; bunun kaçınılmaz sonucu olarak 2. Pön savaşı (İ.Ö. 218-201) başladı. Hannibal kardeşi Hasdrubal’ı İspanya’da bırakarak güçlü bir orduyla kara yolundan İtalya üzerine yürüdü.

Pön ülkesinden 100 bin asker ve 37 fille yola çıktı. Pireneler’i ve Alpler’i aşarken, daha Romalılar ile karşılaşmadan ordunun yarısını kaybetti. Ticino ve Trebbia’da Romalılar’ı yendi (218), büyük güçlüklerle Apenin’i aştı (orada bir gözünü kaybetti), Trasimeno (217) ve Cannae (216) zaferlerini kazandı, ama Roma yeniden lejyonlar oluştururken Campania’da oyalandı (Capua eğlenceleri).
211 ‘de, Romalılar Capua’yı kuşatırken Hannibal Roma’ya baskın yaparak onları şaşırtmak istedi; güçlüklerle dolu uzun bir dönemden sonra, Scipio’nun Afrika’ya çıkması üzerine Kartaca’ya çağrıldı (203) ve İtalya’yı terk etmek zorunda kaldı.