Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasına Hoşgeldiniz. Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Erdal Doğan - Osmanlı hakkında ezberler bozulacak

Osmanlı hakkında ezberler bozulacak

"İstanbul, resmi elçilerin dışında yabancı ülkelerde ajan ve casuslar da çalıştırıyordu.

Osmanlı hakkında ezberler bozulacak
Bu casusların bir kısmı ikili ajanlık yapsa da, diğerleri hayatları pahasına da olsa padişaha sadık kaldılar."(sf.81)

Osmanlı ordusu hakkında doğru bilinen yanlışlar

ABD'de Osmanlı, Avrupa ve Ortadoğu tarihi üzerine dersler veren Macar tarihçi Gabor Agoston, Osmanlı'da Strateji ve Askerî Güç adlı kitabında, bu büyük imparatorluğu Avrupa bağlamında ele alıyor.

Oryantalist ve Avrupa merkezli görüşe göre gücünün doruğundaki Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa üstünlüğü ve gelişen teknolojik gelişmeler karşısında modernleşmeyi başaramayıp gerilemeye başlamıştı. İleri sürülen tüm bu tezlere göre, Osmanlılar "muhafazakâr" oldukları için dünyada meydana gelen dönüşüm sürecine mesafeli kalmayı tercih ediyor, bu da "teknolojik bir gerilik" olarak tezahür ediyordu.

ORYANTALİST TEZLERİ ÇÜRÜTTÜ

Macar tarihçi Gabor Agoston'a göre Osmanlılar Avrupa askerî teknolojisindeki gelişmeleri gayet yakından takip etmiş, Avrupa ve Ortadoğulu rakipleri üzerinde zaman zaman üstünlük kurmuş, hatta bu üstünlüğü de muhafaza etmeyi başarabilmişlerdir. Öyle ki sahip oldukları ateşli silah üretim gücüyle kendi kendilerine yetebilen bir düzenek dahi kurabilmişlerdir.

Eserleri Cambridge University Press'te basılan ve George Town Üniversitesi'nde Profesör olarak görevine devam eden Gabor Agoston, Osmanlı'da Strateji ve Askerî Güç adlı kitabında  oryantalist ve Avrupa merkezli bu tezlerin çoğunu çürüttü. Agoston'un Osmanlı askerî gücünü anlattığı ve Timaş Yayınları tarafından basılan kitaptan bazı bölümleri sizler için derledik.

KİTAPTAN SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER

Padişahlara yapılan büyük haksızlık

Gabor Agoston kitabının ilk sayfalarında, Selçuklu Devleti'nin 1243'te Moğol hâkimiyetine girmesinden sonra kurulan Türkmen beyliklerinden biri olarak on üçüncü yüzyıl sonlarında Batı Anadolu'da tarih sahnesine çıkan Osmanlılar'ın, tarihin en büyük, en uzun ömürlü, çok-dinli ve çok-ırklı imparatorluklardan birini kurduğuna dikkat çekiyor. Agaston ilerleyen sayfalardaysa şunları ifade ediyor:  "Osmanlı fetihlerinin sadece büyük bir stratejiye bağlı olarak gerçekleştiğini kabul etmek, insan unsurunu hesaba katmamak anlamına gelir. Benzer şekilde, askerî faaliyetlerin her zaman padişah ve danışmanları tarafından planlandığını iddia etmek, yerel kuvvetlerin rolünü yadsımak, ayrıca padişaha ve yönetim merkezine imparatorluğun zirve yıllarında bile sahip olmadığı aşırı bir güç isnat ederek Osmanlı padişahlarını 'Şark despotu' karikatürüne dönüştürmek demektir."(sf.20)

Ateşli silahları Batıdan önce kullandılar

Osmanlılar ateşli silahları on dördüncü yüzyılın ikinci yarısında benimsediler ve Avrupalı hasımlarından çok önce, erken on beşinci yüzyılda, padişahın daimî ordusunun bir parçası şeklinde ayrı bir topçu sınıfı oluşturdular. Doğrudan askerî çatışmalar, silah kaçakçılığı ve Avrupalı askerî uzmanların istihdamı, güncel teknolojilerin ve askerî uzmanlığın imparatorluk topraklarında yayılmasını sağladı.(sf.31)

Düşmana karşı askeri üstünlük nasıl sağlandı?

Literatürdeki iddiaların aksine, Osmanlılar Avrupa silah teknolojisindeki gelişmelere ayak uydurabildiler. Eyaletlerde bulunan daha küçük ölçekteki tophaneler, baruthaneler ve cephaneler ile desteklenen başkentteki askerî sanayi kompleksi, Osmanlıların Balkanlar, Akdeniz ve Ortadoğu'da kalıcı bir askerî üstünlük kurmasını sağladı.(sf.32)

Halkın beklentisine verilen yanıt

Milenyum kehanetleri ve apokaliptik beklentiler on altıncı yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'nda da mevcuttu. Halkı etkisi altına alan bu beklentiler, padişahın imajını oluşturanlar tarafından, Sultan Süleyman'ın yeni bir evrensel imparatorluğun hükümdarı, bir sahib-kıran olarak imajını yeniden tesis etmek ve yaygınlaştırmakta kullanıldı. (sf.90)

Avrupa'da korku koalisyonları

Osmanlı tehdidi ister gerçek, ister sezgisel, isterse abartılmış olsun, on dördüncü yüzyılın sonlarından itibaren Orta Avrupa'da hanedanlar arasında çeşitli koalisyonlar kurulmasına sebep olmuştur. (sf.92)

Coğrafyayı bilmeyen karar da veremez!

Osmanlıların coğrafya anlayışı üzerine mevcut deliller, Osmanlı karar alıcılarının yeterli seviyede coğrafya bilgisine sahip olduklarını ve bu bilgi üzerinden geniş stratejik hedef ve düşünceler ortaya koyabildiklerini göstermektedir. Osmanlıların Karadeniz sahilleri ve Tuna deltasını 1480'lere değin süren tedrici ve bir sistem dahilindeki fetihleri yanı sıra Tuna, Fırat ve Dicle gibi ana su yolları üzerinde kurulu stratejik açıdan önemli kaleleri ele geçirmeleri ya da bu yollar üzerinde yeni kaleler inşa etmeleri bu duruma örnek teşkil eder.(sf.98)

Önce düşmanını inceledi sonra fethetti

Osmanlılar fethetmek istedikleri ülkelerin savunma sistemlerini de incelediler. Macar Krallığı başkenti Budin'in fethiyle sonuçlanan 1541 Macar Seferi sırasında ülkedeki stratejik öneme sahip kalelerin listelendiği, bir nevi "fetih planı" hazırlandı. Bu kaleleri elinde tutan Macaristan'ın önde gelen aristokratları ve devlet adamları bahsedilen belgede listelenmiş, ilaveten kalelerin yerleri gösterildiği gibi tarihçeleri üzerine de kısa notlar düşülmüştü.(sf.112)

İlk büyük yüzleşme

Klasik Osmanlı askerî, mali ve idari sistemi on altıncı yüzyıl sonlarından itibaren büyük krizler ve dönüşümler geçirdi. Osmanlıların tecrübe ettikleri bu dönüşümlerde 1593-1606 yılları arasında Habsburglara karşı giriştikleri Macar Savaşı sırasında ilk defa yüzleştikleri Avrupa savaşının değişen doğası ve taktiklerin de kısmî payı vardır. (sf.200)

Kuşatmada kazananlar meydanda kaybettiler

On beşinci yüzyıldan on yedinci yüzyıla kadar Osmanlılar, Avrupa silahlarını çeşitli top kalıpları kullanarak yahut yetenekli silah üreticisi demircilerin uzmanlığından yararlanarak kopya etme ve hatta geliştirme noktasında oldukça başarılıydılar. Buna rağmen Rönesans Avrupası'nın bilimsel devrimini de beraberinde getiren ilmî ve bürokratik yenilikleri takip edemediler. On yedinci yüzyıl sonunda Osmanlıların artık kuşatmadan çok meydan muharebesi şeklinde cereyan eden savaşın değişen doğasına askerî personel ve taktiklerini uyarlamada daha az başarılı oldular. (sf.209-211)

Aradaki farkı İbrahim Müteferrika keşfetti

Avrupa ordularının gücü ve Osmanlıların askerî zayıflığı Osmanlı gözlemcileri tarafından da fark edildi. Osmanlı İmparatorluğu'nda Arap harflerle basım yapan ilk matbaanın kurucusu Macar asıllı İbrahim Müteferrika, 1732 gibi erken bir tarihte Avrupa ordularının gücünü artıran hususları inceledi ve Osmanlı askerî becerilerini zayıflatan unsurların bunların eksikliklerinden kaynaklandığını ileri sürdü. (sf.212)

Savaş bakanlığı kurulmalıydı

En önemli hususlardan birisi de Osmanlılarda savaş ve donanma gibi akademi yahut bakanlıkların bulunmayışıdır. İdareci, katip, asker, mühendis ve kartoğrafların istihdam edildiği Avrupa savaş bakanlıkları, silahların geliştirilmesinden giyilecek üniformaya, eğitimden silah, erzak ve yem tedarikine kadar oldukça geniş bir alanda sorumluluk sahibiydiler. Silah teknolojisi, organizasyon ve lojistikteki ilerlemeler, bu bakanlıklarca geliştirilen tecrübi faaliyetlere çok şey borçludur. (sf.259)


KÜNYE
Yazarı: Gabor Agoston
Türü: İnceleme araştırma
Sayfa: 328
Basım: 2012
Yayınevi: Timaş Yayınları

ERDAL DOĞAN - BUGÜN GAZETESİ

3 yorum:

  1. Aslında böyle bir başlığı böyle bir yazıya uygun görmüyorum. Şöyle söyleyeyim, günümüzde Osmanlı tarihi yeniden yazılacak yahut Osmanlı hakkında ezberleri bozacağız gibi çok fazla gereksiz söylem yayılmaya başladı. Asla milliyetçilik gibi a
    lgılanmasın, fakat sanki bu bilgileri gündeme yıldırım gibi düşecek şekilde buradaki yabancı yazar, Gabor Agoston ilk olarak keşfetti. Zaten, ne yaparsanız yapın gerçekler bir gün mutlaka açığa çıkar. Osmanlı hakkındaki ideolojik karalamaların asılsız olduğu zaten açıktı, fakat günümüzde de bu karalamaları ortadan kaldırabilmenin verdiği doyumsuz bir haz var gibi görünüyor. Birini yüceltirken diğerini yerin dibine sokmayalım. Önemli olan budur; çünkü devir değişir bu sefer diğer görüşten insanlar gelir aynı saplantılı düşünce tarzları tekrar eder durur. Bundan da kimseye fayda gelmez.
    Şeyh'ül Müverrihin unvanlı 1916 doğumlu büyük alimimiz Halil İnlacık hoca, bütün ömrünü yanlış bilinen tüm bilgileri düzeltme çabası ile geçirmiştir. Osmanlı Tımar sistemini, Tımar sisteminin içeriğini ve Osmanlı ekonomisi hakkında ekonomi çalışmalarına öncü olan Ömer Lütfi Barkan hocanın çalışmalarından etkilenen Halil İnalcık hoca, tüm bilinen bilgileri daha genişleterek, imparatorluğun nasıl işlediğini ispat etmiş ve Avrupa'da görev aldığı süre boyunca yetiştirdiği birçok yabancı öğrenciye bunları öğreterek saplantılı ''barbar Türkler'' imajını bir ölçüde de olsa yıkmıştır. Hiç şüphesiz ki tüm zamanların gelmiş geçmiş en büyük alimlerindendir ve hal böyle olunca da onun gündemde olmaması ve adı sanı bilinmeyen bir takım vasıfsız tarihçilerin türemesi ve sanki onların bu keşfi yaptığının düşünülmesi adalet anlayışımıza ters gelmelidir. Tarihçilik, popularite ile olmaz. Önce, kendi değerlerimize sahip çıkalım, kendi değerlerimize sahip çıkarken de ilerlemiş batı biliminden ve kültüründen de faydalanalım. Atatürk'ün açtığı Tarih,Dil ve Coğrafya fakültesinden yetişen Halil İnalcık, Osman Genç, vb. gibi büyük alimleri unutmayalım. O dönem orada ders veren değerli hocalara da gerekli saygılarımızı sunalım. Bilimi önemseyen ve gerçek üniversitelere sahip olmak isteyen bir ülke vardı, o üniversite çatıları altında yetişen büyük alimlerimizden şimdi eser yoktur.

    YanıtlaSil
  2. Kısa bir eleştiriden sonra, yazının içeriğine geçeyim.Yazıda yer alan bilgiler doğrudur, yeni keşfedilmiş değildir. Sultan 1.Murad zamanındaki Kosova Savaşı'nda top teknolojisini ilk defa kullanan Osmanlı ordusu rakibine üstünlük sağlamıştı. O dönemde, ordu ne kadar güçlüyse devlet de o kadar güçlüydü. Bu nedenle, yatırımların çoğu orduya yapılır ve yeni gelişmeler takip edilirdi. Çünkü, tımar sistemine dayalı bir tarım imparatorluğu göçebe topluluklara da yurt vermek zorunda olduğu için daima gaza faaliyetlerinde bulunup yeni toprakalr elde etmek zorundaydı. Ordu güçsüz düşerse, ekonomi de beraberinde çöküşe geçecekti. Osmanlı toprak sistemininin temel ürünü olan Sipahiler, Ortaçağ toplumunda yer alan modern süvari tipidir. Varna savaşında Jan Hunyad'ın ordusunda görülen arbeküzler ve tüfekli piyade örnekleri Osmanlı ordusuna da fikir vermişti. Ateşli silahlara hemen geçiş yapan Osmanlılar, geliştirilen büyük top teknolojileri ve tüfekli piyadeler ile özellikle Doğu toplumları ile yaptıkları çoğu savaşta rakiplerine ezici bir üstünlük sağladılar. Yıl 1528'e geldiğinde, dönemin ihtiyacı gereği Yeniçeri sayısı 10 bin civarına çıkmış bulunmaktaydı. Çünkü; tüfekli askerler yeniçerilerdir. Sultan Süleyman devrinin sonunda devletin habsburglarla ve Safevilerle girdiği yorucu savaşların sonucunda oluşan ekonomik gerilimle beraber, devlet düzeni sarsılmıştı. Ayrıca Kuzeyde beliren Rus tehlikesi ve yeni bir kimliğe bürünen Avrupa, çağın değişeceğinin habercisiydi. 16. yüzyılın sonlarında, yeniçeri sayısı 30 bine yaklaşmıştı. Dönemin ihtiyacı gereği ''sekban'' adı altında yeni gönüllü tüfeklia piyadeler orduya alınıyor bununla beraber tımar sistemi terk ediliyordu. Tımar sisteminin çöküşü Osmanlı ekonomisinin sarsılması demektir. Gelişen dünyada modern Avrupa süvarisi, Tımarlı Sipahileri devre dışı bırakmıştır. Artık, modern süvari hafif tüfeklerle birlikte savaşıyordu. Askeri sistemde yeni düzenlemeler gelişmişti. Bunu Osmanlı, 1596 Haçova Meydan Muhaberesi'nde görecektir. 45 bin Kişilik Haçlı ordusuna karşı sayısı 80-90 bin civarında olan Osmanlı ordusu, çok zorlanmıştır. Sipahilerin devrinin geçtiği anlaşılınca, devlet hazinesinden çıkacak ekstra paralar ile yeni tüfekli piyadeler orduya alınıyordu. Devlet hazinesine çok fazla yük bindiren bu gelişmeler, alınan aşırı vergiler ile beraber Osmanlı toplum yapsını derinden etkileyecek ve çok duyduğumuz ''Celali İsyanları'' nın patlak vermesine yol açacaktır.

    YanıtlaSil
  3. bence bunun en büyük nedeni bizde milliyetçi tarih okutulması evet milliyetçi tarih herkesi ortak bir payda birleştiren ve birliğimizi koruyan en temel unsurdur zaten bir ülkeyi oluşturan milletler içinde ortak geçmişten söz edilir. Ama ye
    ni konjuktörde ülkemize gelen sözde özgür düşünce anlayışı ne yazıktır ki tarih anlayışımızı mahvetti bunun sonucunda da böyle popülist yaklaşımlar oldu ben bunların temelinde tarih bilincini köreltip boş bir kabuk oluşturulmaya çalışıldığını düşünüyorum.Türklüğün ve Türklerin tarihi çok eskidir antik çağlardan bu yana aklı hür vicdanı hür bir toplum olduk bunun getirisidir ki yüce bir devlet yönetebilme becerisi geliştirdik, elbette ilk andan itibaren mükemmel değildik hala değiliz gelişim evresinde hatalarımız ve dahi yanlışlarımız boldur ama unutulmaması gereken tarihin bizi birleştirdiği ve bir arada tuttuğu gerçeğidir.

    YanıtlaSil