Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasına Hoşgeldiniz. Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.

26 Ağustos 2012 Pazar

26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz'un Başlangıcı ve 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi Kutlu Olsun!



TÜRK TARİHİ’NİN ÖNEMLİ DÖNÜM NOKTALARI

Tarihte, bir olaya dönüm noktası diyebilecek kadar önemli bir atıfta bulunuluyorsa, gerçekleşen bu olayın bir toplumun toplum yapısını, ideolojisini ve de hedeflerini etkilemesi gerekir. Tarih boyunca, dünya düzenini etkileyen önemli olayların yanı sıra, belirli kavimlerin yükselişine ve çöküşüne etki ederek dünya düzenine de şekil veren belli başlı olaylar vardır.

Türk Tarihi’nde, dünyaya az da olsa yön verecek birçok olay vardır. Fakat, bana göre, Türk Tarihi’nde öyle üç olay vardır ki, bu üç olay karşısında dünya da ayağa kalkmıştır. Bu üç olaydan birincisi; 26 Ağustos Cuma Malazgirt Meydan Zaferi’dir. İkincisi; 29 Mayıs 1453 Salı İstanbul’un Fethi’dir. Üçüncüsü de; 26 Ağustos 1922’de başlayan ve 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşımızın askeri aşamasının son basamağı, Büyük Taarruz’dur. Tüm Türk Tarihi’nde, parlak zaferler olduğu kadar ağır yenilgiler de vardır, ki ülke bütünlüğünü etkileyen toplumsal hareketler ve askeri mağlubiyetler de dünya düzenine, galibiyetler kadar tesir edecek şekilde, şekil vermiştir. Bu yazıda, bu üç parlak zaferin, Türk Tarihi’ne ve Dünya Tarihi’ne neden bu derece tesir ettiğini düşündüğümü anlatmaya çalışacağım.

Medeniyetler geç oluşur, tarih boyunca yaşanan her coğrafyada belirli kavimler bulunmuştur. Her gelen kavim, kendi kültüründen bir parça bırakmış ve oluşan sentez sonucunda yepyeni medeniyet tarzları oluşmuştur. Tarihte hiçbir kavim yoktur ki, bulunduğu coğrafyanın kültüründen etkilenmesin ve hiçbir kavim de yoktur ki, bulunduğu coğrafyayı etkilemesin. Meseleye bu açıdan bakıldığında, oluşan sentezlerin ne derece önemli olduğu görülecektir. Bu dünya yaratıldığında, topraklar sahipli olarak yaratılmadı. Güçlü olan kazandı, akıllı olan medeniyet hırsızlığı yaptı ve sanki sıfırdan kendi üretmiş gibi onu tüm dünyaya yaydı. Çok eski tarihlerde yaşayan ve tüm Akdeniz kültürünü ilerlemiş denizciliği sayesinde etkileyen Girit Uygarlığı’na son veren barbar Mikenai kavmi, bu kültüre sahip çıktı ve bunun arkasından İon ve Yunan topraklarında oluşan Antik Yunan akımı tüm dünyaya derinden etki etti. İstanbul’un fethinden sonra meşhur Bizans kütüphanelerinde bulunan Antik Yunan eserleri Avrupa Rönesans’ına yön verecektir. Ayrıca, büyük fetihten yıllar önce İspanya topraklarında büyük bir medeniyeti temsil eden Endülüs Emevileri de bu müthiş birikimi tercüme ederek, üniversitelerinde müthiş bir bilimsel birikim sağlayacak ve İbn Rüşd gibi Aristocu, Ebu Mervan İbn Zuhr gibi Cerrahinin babası ve daha birçok ünlü bilgin yetiştirerek Avrupa Medeniyeti’nin oluşum aşamasına müthiş bir tesirde bulunacaktır. Görüldüğü üzere, kültür evrenseldir; birikim ile ilerleyen kültür ve elbette bilim, pratik faydaya yönelik değil de, geleceği şekillendirmeye yönelik kullanılırsa, medeniyetlerin kalkınmasına önemli katkılarda bulunur. Zira, 12. yüzyıldan sonra dünya bilimine ve kültürüne yön veren ünlü eserleri, İslam bilginleri değil, Avrupalı bilginler vermeye başlamıştı.


Bana göre, Türk Tarihi’nde birinci dönüm noktası, Malazgirt Savaşı’dır. Bu savaşın Türk Tarihi’ne olduğu kadar, dünya tarihine de tesir ettiği açıktır, zira meşhur Haçlı Seferleri zihniyeti, batı dünyasına karşı oluşan bu tehdit sonucunda başlamıştır. Bu savaştan sonra, Anadolu’ya yayılan Türk boyları, Anadolu’da bulunan topluluklarla kaynaşmışlar, kültürel alışverişte bulunmuşlar ve ortaya, bulunulan coğrafyanın yoğun tesiriyle oluşan, yepyeni bir kültür çıkmıştır. Tarihsel süreçte medeniyetlerin oluşumuna bir yazımda değinmiştim:  http://pautfgenelkultur.blogspot.com/2012/08/medeniyetler-ve-olusumlari-tarih.html


1071 Malazgirt Zaferi’nin bu derece önemli olmasını, bu zafere yüklenen destansı havadan da anlayabiliriz. Anadolu’ya İran üzerinden giren Selçuklular, başkent Rey olmak üzere kurdukları taze devletlerini, İslam Dünyası’nın iç işlerine müdahale edebilecek düzeyde geliştirmişlerdir. Tuğrul Bey’in, Abbasi Halife’sinden ‘’Doğu’nun ve Batı’nın Sultanı’’ namını aldığını biliniyor. Gelinen bu noktada, uzun yıllardır, siyasi mücadelelerle boğuşan ve İslam Dünyası’nın geleceğini unutan Arap Devletleri, liderliği bu zaferle beraber tamamen Türklere devredeceklerdir. İleriki yıllarda meydana gelecek olan Eyyubiler, Memlukler gibi kısa ömürlü ve gaza geleneğinden yoksun bir coğrafyada kurulan devletler de İslam Dünyası’nın liderliği konusunda güçlü iddialarda bulunamayacaklardır. Gerçi, Eyyubilerin en parlak lideri Şarkın Sultanı Salahaddin, Haçlılara karşı cesur savaşlar verecek ve İslam Dünyası’nı önemli tehlikelere karşı koruyacaktır. Ayrıca, Memluklular da 1517’ye kadar, sürekli İslam Dünyası’nın liderliği iddiasında bulunacaklar ve gazi devlet Osmanlılar ile yoğun rekabet içine gireceklerdir. 1402 Ankara Savaşı da üç büyük İslam gücü arasındaki siyasi bir gerginlikte oluşmuştur. Bu tip istilalar, İslam dünyasına ağır darbeler vurduğu gibi Batı dünyasının rönesansına da önemli katkılarda bulunmuştur.

Malazgirt Savaşı ile ilgili detaylı bilgi için blog sayfamızdaki bu adrese de göz atabilirsiniz: http://pautfgenelkultur.blogspot.com/2012/08/malazgirt-meydan-savas-ve-alparslan.html

26 Ağustos Cuma günü, rivayetlere göre üzerine beyaz bir kefen giyen Alp Arslan, kendisinden iki kat büyük bir orduya sahip olan Doğu Roma İmparatoru Romen Dyojen  ile karşı karşıya gelerek büyük bir zafer kazanmıştır. Malazgirt Kalesi’nin alınması üzerine büyük bir ordu ile hareket eden Romen Dyojen, Sultan Alp Arslan’ı meydan savaşına çekmek istemişti. Savaşmaktan başka çaresi kalmayan Sultan, Türklerin Anadolu’ya getirdiği en önemli zenginliklerden olan Orta Asya savaş taktikleri ile Bizans İmparatoru’na boyun eğdirecektir. Bu savaşın kazanılmasında en büyük rolü, Türk-Moğol hilal taktiği ve atlı okçular oynarlarken, paralı askerlerden oluşan Bizans ordusu da ağır bir darbe yiyecek ve Anadolu’da yeni bir sentez oluşacaktır. Bugün, bu büyük zaferin yıldönümüdür, tüm dünyaya kutlu olsun!

Tarihimizde önemli dönüm noktalarından ikincisi olarak düşündüğüm diğer zafer de İstanbul’un fethidir. Atası 1.Bayezid gibi merkezi bir imparatorluk kurma gayesinde olan 2. Mehmed, bu noktada şehrin fethini zorunlu olarak görüyordu. Büyük bir manevi destek sağlayan hadisin de kattığı hava ile 2. Mehmed küçük yaşlarından beri düşündüğü fetih için hazırlıklara girişmiştir. Bu fethi gerçekleştirmek için önemli hazırlıklarda bulunan 2. Mehmed, özellikle yeni savaş teknolojisi ile ilgili çok kitap okumuştur. Buradan aldığı yeni bilgiler ile zaten mühendislik ilmine de hakim olan 2.Mehmed, bizzat kendi düşündüğü yıkıcı Şahi topu döktürmüştür. Bilim ve teknolojinin öneminin açığa çıktığı fetih için 2.Mehmed, önemli birçok hazırlıkta bulunmuştur. Truva hikayeleri ile büyüyen, İskender’i bilen ve Homeros-İlyada gibi önemli eserleri bizzat Latince ve Rumca’dan okuyan 2.Mehmed, neticede bir İslam Sultanı olduğu için tam olarak bir Rönesans adamı sayılmasa da, Gentile Bellini’ye yaptırdığı freskler ile dönemi takip edebilen bir lider olduğunu göstermiştir.

Konstantinople’a yapılan son hücumda, 29 Mayıs 1453’te, gürleyen o top sesleri ile beraber, şehir İstanbul olmuş, Sultan 2.Mehmed de Fatih unvanını almıştır. Devlet yapılanmasının tamamen merkezileştiği bu fetih ile beraber, Osmanlılar, kendilerini Roma İmparatorluğu’nun varisi sayacaklar ve gaza politikası ile beraber cihan devleti olma iddiasında bulunacaklardır.


http://www.nezihuzel.com/wp-content/uploads/2010/06/ataturk_afyon_kocatepe.jpgTarihimizde, biz de varız dediğimiz ve belki de zaferlerin en şanlısı olarak düşündüğüm diğer ve sonuncu zafer de, Büyük Taarruz’dur. Sakarya Savaşı’ndan önce başkomutanlık rütbesini elde eden Mustafa Kemal Paşa, Yunan Ordusu’na iyi bir ders vermiş ve bu zaferden sonra Yunan Ordusu bir daha hücuma cesaret edememiştir. Savunmaya çekilen Yunan Ordusu, savunma hatlarına ve Türk Ordusu’nun taarruz zafiyetine güvenerek kendi hatlarına yerleşmişti. Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz’da oluşturduğu meşhur bir strateji herkesin hafızasındadır:  Hattı müdafaa yoktur, Sattı müdafaa vardır. Yani, demek istiyor ki, vatanın her karış toprağına kanınız damlasın, cepheniz yarılınca kaçmayın, geri çekilin, yeni bir cephe oluşturun ve bulunduğunuz alanı savunun. Türk Savaş Taktiklerine Doğu Cephesi’nde uyguladığı Ric’at yeniliğinden sonra Büyük Taarruz’da kazandırdığı bölge savunması yeniliğini de ekleyen Mustafa Kemal Paşa, aslında Büyük Taarruz’da kazandırdığı bu savaş stratejisi ile Kurtuluş Savaşı’mızın değerini de ortaya koyuyor Her karış vatan toprağında birçok askerimizin kanı vardır. Genç nüfusunu savaşta kaybeden, salgın hastalıklar ile boğuşan, fakir Türkiye, tüm dünyaya meydan okuyarak ben de varım dedi. Fakat Türkiye, esas Kurtuluş Savaşı’nın cehaletle olduğunu bildiği için de hububat sattı ve üniversitelerinde pırıl pırıl, devletini ve milletini seven, bir amacı olan ve de analitik düşünen bir nesil yetiştirmeye çalıştı. Üretim yapmak için yeni sanayi tesisleri kuruldu, yurtdışına birçok öğrenci gönderildi ve giden öğrencilerin hepsi ülkelerine hizmet için geri dönüp bilimsel çalışmalarda bulundular. Bu, olanaklara sahip olmamızı sağlayan ve canlarını gözlerini kırpmadan veren bu nesle  olan borcumuz büyüktür. Bu güzel medeniyetin yok olmasına müsaade etmediğimiz için, bu savaşın önemi büyüktür. Zafer, her ne kadar 30 Ağustos’ta elde edilse de, kendine güvenen bu millet aslında savaşı başlattığı gün kazanmıştı. Bu nedenle, bugün de zaferin yıldönümüdür, kutlu olsun!

1071 yılından sonra Anadolu’ya girip, buranın kültürü ve insanlarıyla sentez oluşturan Türk kavimleri, burada yepyeni bir milletin oluşmasına yol açmıştır. Dönemin şartlarına göre, kurucu kavim hangisiyse devlet de onun ismi ile anılırdı. Buradaki toplulukları bir araya getiren ve birleştiren, İran yönetim anlayışını ve Akdeniz siyasi sistemlerini benimseyen, Türk devletleri, çağımıza kadar gelen ve kökeni M.Ö’lere dayanan bir medeniyetin üzerinde bulunan bir coğrafyada hüküm sürmüşlerdir. Bu medeniyete sahip çıkmalıyız, zira temsil ettiğimiz medeniyet dünyanın en eski uygarlıklarından beri sürüp gelen bir bayrak teslimi ile oluşmuştur. 26 Ağustos öğleninde, Doğu Roma'nın o görkemli 100 bin kişilik büyük ordusuna karşı 50 bin kişilik ama birlik ve beraberliği sağlam bir orduyla meydan okuyan ve geleceğe inanan Alp Arslan, milletinin bekası için bize bu coğrafyayı bırakmıştır. Bu toprakları bırakmayı reddeden Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki, birlik ve beraberlik içindeki milletimiz de dünyaya meydan okumuştu. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de çıkan ve bir milletin haykırışını yansıtan o top seslerine ve o birliğe-bütünlüğe-inanışa; top sesi vasıtası ile olmasa da her zamankinden ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi?

Murat Ay-PaüTf Öğrencisi
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder