Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kültür Topluluğu'nun Blog Sayfasına Hoşgeldiniz. Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle...
Arkadaşlar Facebook Grubumuza da bekleriz.

21 Ağustos 2012 Salı

TAHTA PARÇASI, AY ve YILDIZ


TAHTA PARÇASI, AY ve YILDIZ

Gaziantep’te yapılan bombalı saldırı sonucunda, çok sayıda vatandaşımız hayatlarından olurken, bu haksız ölümlerin sorumlusu olan örgüt ve örgüte destek veren sivil halk, zamanında kendilerinin maruz kaldığı ve haksız olduğunu düşündükleri acımasız yöntemleri kendileri de kullandılar ve insani duygulardan yoksun olduklarını göstermiş oldular. Yöneticiler de, prestij uğruna adım atmayı geciktirdikleri için, bu vebale biraz daha ortak olmuş oldular. Ne yapacağını bilemeyen, geleceğe çözüm için umutlu bakamayan bir grup vatandaş, sosyal paylaşım sitelerinde duyarlılıklarını sergilediklerini düşünürken; çözümü çok iyi bildiğini düşünen ve yetki kendilerine verildiği takdirde bu işi çözeceğini hatta sonsuza kadar bir daha sorun olmayacağını iddia eden bir grup vatandaş da, üzerinde kafa yormaya zahmet dahi edemediği çözüm düşüncelerini-sanki kırk yıllık tecrübe sahibiymiş gibi- bizlere lütfettiler. Ülkemizdeki vatandaşların belirli kesimlere ayrıldığı ve konu ile alakalı farklı, uç ve keskin düşüncelere hakim oldukları aşikardır. Terör yanlısı vatandaşlarımız ise, bir yandan hak ve özgürlük talep ederken, öbür yandan masum insanların öldürüldüğünü görüp, kafalarındaki özgür düşüncelerini, ağır basan saplanmış düşüncelere tercih edemiyor ve o an için de olsa doğruları yine söyleyemiyor. Bu olaylara bir ideolojinin zaferi olarak bakanlar, arada can verip giden binlerce masum insanı, ticarette alışveriş malzemesi olarak kullandıkları para olarak mı görüyorlar? Kim daha çok kan ve kemik kazanırsa o mu kazanmış olacak? Bu canı siz mi bahşettiniz ki, almaya cüret edebiliyorsunuz? İdeolojilerini desteklemek uğruna demokrasiden, insan haklarından ve Avrupa hukukundan söz eden ey halkım, siz konuştuğunuz ve vaat ettiğiniz onca hayallerinizi neden kullanmaktan çekiniyorsunuz? Vaat ettiğiniz demokrasi anlayışı ve o müthiş ve ütopik hukuk anlayışınız bu mudur? Unutmayınız ki, yalanlarla inşa ettiğiniz ve kullanmayı dahi bilmediğiniz o araçlar, zaten hiçbir zaman sizin olmamıştır. Gerçi, Avrupa’da ve tüm dünyada  , devir değiştiren ve yeni akımları ve fikirleri ortaya çıkaran hareketlenmeler, hep kanlı olmuştur. Dünya’da bunun birçok örneği mevcuttur, en yakın örnek de Arap baharı ve Suriye olaylarıdır. Devrim yapmayı silahlarla zanneden topluluklar, yapılan bu devrimlerim geleceğe nasıl bir katkı yapmasını bekliyorlar? Bir insan topluluğunun fikrini, belki o an için, silah zoru ile korkutarak, değiştirebilirsiniz; fakat gelecek vaat ettiğiniz bu insanlara verebileceklerinizi bilmeden, nasıl çok bilgiliymiş gibi konuşabiliyorsunuz? Kanla yapılan mücadeleler, gönüllere-akıllara-çıkarlara hizmet etmek zorundadır.; eğer bunlar göz ardı edilirse, bu tip hareketler hiçbir zaman başarılı olamaz. İşin içinde illa kan olacaksa, buradan çıkacak hak, demokrasi ve özgürlük vaatlerinin ne kadar ütopik olduğu görülebilecek vaziyettedir. Zira, demokrasilerde dahi, hep güçlü olanın sözü geçiyor; sanki zayıf olanın düşünecek beyni yok ve onun düşünceleri önemli değil. Saplantılı düşüncelerin hangi biri senelerdir bu dünyada hüküm sürüyor? 


İdeal Bir Düzen Nasıl Olabilir?
Her vatandaş üzerine düşen görevi yapmak için duyarlılıktan bahseder, peki duyarlılık nedir? Her büyük kanlı olaylardan sonra, duyarlılık dediğimiz kavramın gereklerini gerçekleştirme gereği duyarız. Fakat, bu duyarlılık hareketleri ,aradaki bağların zayıflığından ötürü genellikle bireysel düzeyde  kaldığı için, insanların sadece kendi vicdanlarını tatmin etmesi dışında başarısız olmuş olur. Çok acıdır ki, bu tip olaylara toplumumuz fazlaca alıştığı için, zaten zayıf olan bağlar kopar ve olaylar kısa bir zaman sonra unutulur gider. Bu nedenle, duyarlılık; sabırla bekleme, vakti geldiğinde söylenen sözleri unutmayıp  düşünce tarzından vazgeçmeden hedeften sapmama ve hassasiyeti her daim sergileyebilme hüneridir. Mesela, topyekün katıldığımız Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına karar verilmeden ve bu harekete önderlik edecek liderin hemen ortaya çıkmasından evvel, milli birlik ve bütünlüğün tam anlamıyla sağlanamamasından ötürü, hedeflenen amaca ulaşmak için uygulanması gereken yöntemler bilinmiyordu. Milli birliğin oluşması ve koordinasyon anlayışı, bu tip mücadelelerde atılacak her adımdan çok daha önemlidir. Çağımızın şartlarına bakarsak, bu tip lider bekleme devirleri geçmiş gibi görünüyor ki zaten yeni ve etkili liderler gelse dahi, her daim liderlerin politikalarına bel bağlanması ülkelerin çöküşünü getirir. Bu nedenle, tüm vatandaşların ,bir bütünlük oluşturarak, yaşadıkları toprakların değerini bilmesi ve ülke sorunlarını yakından takip etmesi gerekir. Meseleye bakarken, duyarlılığı kaybetmek ve bu tip olaylara alışmış olmak bile bu bütünlüğün sağlanamadığını gösterir.
Yeni isteklerde bulunan ve yeni akımlar başlatan insan topluluklarının ihtiyaçlarını görmek yerine, toplumun sadece belirli bir kesiminin çıkar amaçlı yaptığı eylemlerden ötürü, devrin geçici akımlarının etkisine kapılıp, o toplumun tümünü yapılan çirkin işlerden dolayı sorumlu tutarsanız ve en etkili silahın akıl olduğunu görmek yerine mermi olduğunu düşünürseniz, sizin en etkili silahınız olabilecek olan demokrasi anlayışı size karşı kullanılan bir araç haline gelir. Bu tip eylemler daha büyüyerek, toplumsal bir sorun haline gelir ve birlik ve bütünlüğü zedeler. Geçmişte yürütülen yanlış politikalar, uzun zamandır var olan çok farklı boyutlara ulaşmamış bir sorunu, devasa boyutlara ulaştırmış durumdadır. Devlet yapısı, çağını bilmeyen yöneticileri kaldıramaz. Çağın gereği, çeşitli düşünce akımlarından etkilenen toplulukları susturmak değil- ki bunu yapabilecek güce de sahip değilsiniz- bilakis onların taleplerini dinlemek ve devletin bu sorunlara karşı duyarlılığını göstermektir. Çünkü; devlet dediğimiz kavram- çağımızda amacını aşan boyutlarda kullanılsa dahi- vatandaşların kendi iradeleri ile belirledikleri bir düzenden ibaret olmalıdır; çünkü dünya gittikçe gelişiyor ve fikir akımları daha da büyüyor. Dolayısıyla, gelecekte, günümüzde olanların ışığında, yeni bir devlet anlayışının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Dünyanın değişimine ve gelecek olan yeni çağların gereklerine göre, geleceği şekillendirecek somut adımların atılması ve sistemli yönetim anlayışı devletimizin temel ülküsü olmalıdır. Devlet, belirli bir ideolojiye hizmet edemez, çünkü devletin içerisindeki her kesimden topluluklar, kendilerinin tek elden ve adaletli olarak olarak yönetilmesini istediği için devlet sisteminin gerekli olduğunu düşünürler. Devlet içerisindeki iktidarın görevi, halka güç gösterisi yapmak değil, halkın çıkarlarını korumak ve refahını sağlamaktır. Mükemmel olan mümkün olmadığı için, kusursuz bir biçimde her kesimi memnun etme anlayışı zaten bir ütopyadır; fakat devletin bir ülküsü ve sistemi olursa, iktidarlar ve tüm yöneticiler sadece birer aracı konumuna geleceklerdir. Bu nedenle, çağımız, kestirme yollardan günü kurtarmaya yönelik sorunları aşma dönemini değil, geleceğe daha emin bir biçimde bakabilmek için halkın taleplerini dinlemek ve halkın içerisinde bulunan her topluluğa eşit mesafede yaklaşarak ayrımcılık gibi bir kelimenin dahi kullanılmayacağı bir toplum yaratmayı gerektirir.

Çözüm, Politika,Tarih ve Gelecek
Ülke içerisinde taleplerini sert bir şekilde de olsa dile getiren, belirli kesimlerin başlattığı ayaklanma hareketi; yanlış uygulanan politikalar sebebiyle bir halk hareketine dönüşmüş, farklı bir boyut kazanmış, silahlı gerilla kuvvetleri ile birleşmiş; sonuç olarak günümüzde bu iş terör boyutunu aşmıştır. Vahşice yöntemler dahi olsa istediğini elde etmek isteyen bu örgütün destekçisi olarak, oluşum içerisinde bulunan ve özgürlük-hak-talep üçgeni çerçevesinde dönüp duran ve taleplerini dile getiren bazı sivil hareket kesimleri de, bu oluşumu milli bir harekete dönüştürme niyetiyle silahlı-kanlı örgütün destekçisi olmuş, çıkarlarını ve demokrasi taleplerini, demokrasinin gereklerini bilmiyormuşçasına , kendilerine göre yeniden evrimleştirmişlerdir.
Rivayetlere göre, 1571 Lepanto(İnebahtı) yenilgisinden sonra Sokollu Mehmet Paşa’nın söylediği klasik bir söz vardır ve bu sözünde kesilen sakalın daha gür çıkacağını söyler. Bu hareketin sadece askeri kuvvet ile bastırılabileceğini zannedip, zamanında belirli kesimleri ihmal eden yanlış politika anlayışı, kol kesmeyi denemiş, fakat o kolun gövdeden ayrılamayacağını görememiş ve sakalın iyice gürleşmesine sebebiyet vermiştir. Artık, bugün ramazan bayramıydı, şu vakit iftar vaktiydi, şu vakit uyku halinde idik gibi örgütün hazırlıksız yakalayacağını bildiği zamanlarda saldırdığını söyleyen ,sızlanıp duran ve önlem almaktan aciz sorumlular, icraat kabiliyetinden yoksun olduklarını görsünler ve şikayet etmeyi bıraksınlar. Bir takım bahanelerle, halkı oyalayarak ne yapacağını bilemeyen endişe dolu bakışlarla sadece bir takım kötü temennilerde bulunan yöneticiler; çağımız strateji politikalarını ve insanları idare etme anlayışı konusunda en azından fikir almayı tercih etmelidirler. Çeşitli fikirlere saygı göstermek ve ortak adımlar atmak bu tip olaylarda çözümü kolaylaştırır. Tabi, iktidar gücünü elinde bulundurmayan siyasi gruplar, bu adımlarında kendi çıkarlarını göremiyorsa ve fikir dahi vermek istemiyorsa, o zaman onlar da bu suçluluk durumuna ortak olmaktadırlar.
Bu meselenin farklı bir boyut kazandığı ve bunun sonucunda olayların dış politikaya da yansıdığı, hatta bu olayların dış politika kökenli olduğu açıktır. Günümüzde, ülkeler arası diplomaside, belirli kozlar elde edebilmek adına, rakip ülkelerin ve kukla ülkelerin zafiyetlerini görüp onların üzerinden klasik bir takım kurguları hayata geçirmek, geleneksel bir yöntem haline gelmiştir. Ülke içerisinde, milli birlik ve beraberliğin olması, ülkemizi bölgede önemli bir güç haline getireceği için; bu meselede ve atılan her uluslar arası adımda, önemli dış güçler ülke içi siyasete tesir ederek, göz boyayan bazı vaatler ile kışkırtmalar yapmaktadır. Bu politikalar karşısında da sızlanmayı bırakmalı ve çağın gereklerini yerine getirmeliyiz. Çünkü, devletler arası denge sistemi dediğimiz bu yeni siyasi yöntem, çok uzun zamandır dünya üzerinde geçerliliğini koruyor. Bu herkesin bildiği klasik söylemlerden sonra, çok önemli ve herkesin sorduğu bir soruya sıra geliyor: Çözüm nedir? Açıkçası, bu konuda, iktidar sahiplerinin dahi net bir fikre sahip olduklarını sanmıyorum; zaten gerçek iktidar sahibi de halkın kendisidir. Meselenin beynelmilel boyutlara ulaşmasından dolayı, çözüm için atılacak adımlar iyice yoğun çaba gerektiren bir hal almıştır. Bu sorunun, bir azınlık isyanı gibi, yani Osmanlı Devleti’nin uzun süre boğuştuğu milliyetçi ayaklanmalarla aynı statüde olduğunu kesinlikle reddediyorum. Zaten, ülkemizde var olan çeşitli gruplar azınlık statüsünde değildir; modern devlet anlayışına göre bu toprakların üzerinde yaşayan her vatandaş eşit hak ve özgürlüklere sahip olmalıdır ve kendini bu topraklar üzerinde yaşayan her vatandaştan farklı görmemelidir. Tarihsel süreçte bu olaylara göz atılırsa; Sultan 1.Selim’in doğu ülkelerini fethi ile beraber, Osmanlı Devleti’ne bağlanan Kürt Beyleri, Sünnilikten kaynaklanan kuvvetli bir bağ ile, devlet yapılanmasına her zaman destek olmuştur. Ümmetçiliğin dahi gözden düştüğü dönemde, Arap Suudi Emirlikleri'nin isyanına benzer şekilde ayaklanmamışlardır. Çünkü; Anadolu topraklarında bu milli sentez, Selçuklu zamanlarından beri süregelmişti; Anadolu’nun her karışında yeni bir kültür ve milli bir kimlik oluşmuştur. Milli kimlik, etnik kökenlere göre değil, üzerinde yaşanılan toprakların kıymetini bilme, hoşgörülü bir biçimde beraber yaşama ve yaşanılan ülkenin çıkarlarını her daim savunmadan geçer. Milli kimliğe, antropolojik anlamlar yüklemek çok anlamsızdır; günümüz dünyasına göre düşünen beyinlerin geleceği de görebilmelerini tavsiye ederim. M.Ö en eski tarihlerden beri var olan bu Anadolu kültürü ve Anadoluluk, bugün en güzel halini almıştır. Bu toprakların üzerinde yaşıyorsak, yaşadığımız topraklara ihanet etmemeli ve dış güçlerin kışkırtmasıyla iç çatışmalara sebep olabilecek her türlü oyun karşısında mantıklı düşünmek zorundayız. İşte, bugün toplum olarak, milli bir bilince sahip olabilmek, bu devlet içerisindeki her vatandaşın bu ülkeyi sahiplenmesinden ve iktidarın esasen kendisinde olduğunu anlaması açısından, kendi ülkesinin çıkarlarını korumasından geçer.
Sonuç olarak, yaşanılan tüm bu acı olayların, bir terör havası estirmek ve ülkeyi birbirine katmak amacıyla yapıldığı aşikardır. Olayın ne kadar çıkarcı bir biçimde düşünüldüğünü şu şekilde gözler önüne serelim: Gaziantep’te yapılan saldırıda, o an orada bulunan her vatandaşın Türk kökenli olduğu nereden biliniyordu? Antropolojik bir takım testler yapılmadığına göre, bu olaya milliyetçi bir ayaklanma ve sonuna kadar haklı bir mücadele gözü ile bakmak mantıklı bir insana yakışır mı? Amaç, sadece kontrolsüz ve büyük ses getirecek eylemler yapmak ve bunlar ile mutlu sona ulaşmak olduğuna göre, olayların kendi tanımlamalarına göre milli bir amaçtan çok, fakirin sırtından çıkar amacı taşıdığı anlaşılıyor. Günümüzde popüler olan belirli izmlere bağlı olduğunu iddia eden bu hareketi yönetenler, sadece kağıt üzerinde kullandıkları fakat uygulamaya geçiremedikleri bu izmlerin hangi fikirleri içerdiklerine bir daha bakarlarsa memnuniyet duyarız.
Sonuncu ve en içten görüşüm olarak; ay ve yıldızın bir gökte bir de gönderde çok daha anlamlı durduğunu düşünüyorum. Geceyi aydınlatan ay ve yıldızın üzerine karanlık çöktürenler, bir medeniyetin timsali olan bayrakları da yakıp yıkmaktan çekinmeyenler, daha kaç tahta parçasının daha bayraklara doyması gerekecek? Yıldızlar da gökte dururlarsa daha güzel olur, zira analarımızın saçlarında yıldız görmekten bıktık. 

Murat AY-PaüTf Öğrencisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder