"Atatürk'ü
hâlâ bilmiyoruz"
Atatürk'ün günümüzde hala bilinmediğini anlatan Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, HABERTÜRK TV'den Belkıs Kılıçkaya'nın sorularını yanıtladı
Atatürk'ü biliyor muyuz?
Hayır
aslında hakkında son derece fazla eser olduğu halde bilmiyoruz. Yayınevi benden
böyle bir kitap yazmamı istediğinde zaten dehşetengiz bir literatür olduğunu
söyledim, ama onlar yeni bir kitaba ihtiyaç olduğunda israr ettiler. Şerafettin
Turan, Kin Ros, Mango gibi çok ciddi yazılmış Atatürk biyogrofileri
var, ama onlar da Atatürk'ün düşünce entellektüel birikimi üzerinde çok
az duruyorlardı. Ve ben öyle yazmaya başladım Atatürk'ün entellektüel biyogrofisine. Ama tabii
kelimenin gerçek anlamında bir entellektüel değil tabii Atatürk, neticede asker ve siyasetçi. Batıda Literatüs
dedikleri belli konuları takip eden, bunları kendi toplumuna uygulamak isteyen
biri. Ama netice itibarıyle bir Durkheim değil, teori geliştirmiş bir
sosyalbilimci, felsefeci değil.
Atatürk'ün bugün hala sır veya tabu olduğunu
söyleyebilir miyiz?
Etrafında
kişisel bir lider kültü var. Sonra kurucu lider kültü de var. 80 sonrası bu
duruma daha da hız ve ivme kazandırıldı ve işte artık Atatürk'ün kendi fikirlerini kendi bağlamında analiz
edemiyoruz.Atatürk'e yanılmazlık atfediliyor,
fikirlerini sadece kendisi üretmiş ve bu arada yarı bir tanrı diyebiliriz,
böyle bir pozisyona getirilmiş. Ciddi bir düşünce analizi bu nedenle
yapılamıyor. Mesela Abdullah Cevdet üzerine biyografi çalışması yaptım. Bir
tabuyla rastlaşmadım, rahat rahat fikir analizi yaptım, erken cumhuriyet ideolojisinde
çok etkili bir isim Abdullah cevdet..Ama Atatürk Türk
toplumunda çok hassas ve çok kolay yanlış anlamalara yol açıyor, tabulaştırdığımız
için tartışıp, analiz edemiyoruz.
Fikri
planda muhtelif Atatürkler var. Ve bugune kadar Türkiye'de siyasi sınıf
ve elitlerde fikir ve eylemlerine meşruiyet ararken Atatürk'ten bir malzeme çıkarabildiler. Aslında fikri
planda hangi Atatürk'ten söz edebiliriz, hangisi
gerçek?
Bu soru
biliyorsunuz çok sorulur, Atilla İlhan da sorardı, Taha Akyol çok güzel bir
kitap yazdı..Atatürk değişik dönemlerde liderlik
yapmış biri. 1915'ten ölümüne kadar liderdi, bu uzunca bir zaman ama yeknesak
bir süre değil. İstiklal harbi dediğimiz bir harbin yöneticisi, ulus-devletin
kurucusu , sonra da bir toplumsal dönüşüm ve mühendislik uygulayıcısı bir
lider. Dolayısıyla 3 farklı eylemde görüyoruz, hatta liderlik öncesine de
giderseniz Osmanlı subayı olarak değişik mevkilerde görürsünüz. Burada 2 şeye
dikkat etmek lazım: Birincisi Atatürk'ün içinde yaşadığı ortam değişmiştir,
imparatorluk subayıyken, ulus-devlet kurucusu olmuştur.
Bu
arada yaşadığı mekan, mahal çevre de tamamen de değişiyor...
Elbette,
1912'de Selanik'in kaybedilmesiyle Atatürk hiçbir
zaman evine dönemeyecek bir insan. 1910'larda çok anlamlı olan bir fikrin yani
Türklüğün osmanlıcılıkla bağdaşlaştırılması
çabasına ulus-devletin kurulmasıyla artık gerek kalmıyor. İkinci dikkat
edilmesi gereken mevzuu da, bu dönemde bir siyasetçi olarak pek de
benimsemediği fikirleri dile getiriyor.
Şimdi
onları dönem dönem ele alırsak, Kurtuluş Savaşı söylemi mesela Sultan Galiyev
gibi diyorsunuz...
Evet bir
yandan Müslüman Bolşevikler gibi konuşuyor, bir yandan da islami bir söylemi
dile getiriyor. Bu tarihten evvel çok az metin var Atatürk'ün kaleme aldığı. Ve sadece bu yazdıklarına
bakarak da bu söylediklerine inanmadığı ve siyaseten böyle konuştuğunu
anlıyoruz. Atatürk Bolşevizmden
hoşlanmazdı, bunu kurtuluş savaşı öncesinde yazdıklarından da sonrasında da
izlişyor ve görüyoruz, yazdıkalrı üzerinden. Yine daha evvel dinlerin
oluşumuyla ilgili bir takım fikirleri var ve bunlar son derece seküler bir
dünya görüşünü dile getiriyor sahiden de...
Atatürk genel olarak bilindiği gibi en çok ve
sadece Fransızlar'dan mı etkilendi?
Hayır,
mesela Alman popüler bilimcilerinden çok etkileniyor. Atatürk 1925'ten
önce batıdaki fikir akımlarını ve tartışmaları türk dergi ve terüme yayınlar
üzerinden izliyor. Zira bir ordu komutanı, Trablusgarp'ta savaşıyor, Balkan
savaşı sonra Birinci Dünya Savaşı var. Batıdaki entellektüel tartışmaları
yakınen izlemesini beklemek pek anlamlı olmaz. Aynı dönemde ayrıca Osmanlı'da
da batıdaki fikirler eş zamanlı olarak tartışılıyor.
Atatürk'ün Kurtuluş savaşı'ndaki Müslüman-Bolşevik kimliğini bir kenara bırakırsak samimiyetle inanıp dile getirdiği fikri hayatında kimlerden etkilendi?
Bir
konu üzerinde derinlemesine okumaktan çok dediğim gibi tercüme dergilere
yansıyan yayınları izliyor. 1925'e kadar daha popüler bir bilimi izliyor. Ve
Türkiye'ye yansıyan şeklinden de ciddi biçimde etkileniyor, mesela Ludwig Büchner'in Madde ve Kuvvet kitabından yahut Draper'in Din ve bilim çatışması ki Abdullah Cevdet çevirisiyle bu kitap aynı
zamanda çok ciddi bir İslam eleştirisidir. Gökalp üzerinden Durkheim'den
etkilenmiştir, sosyal darwinizmden çok ciddi etkilenmiştir. Yani Darwin'in
kuramının toplum hayaıtında geçerli olacağı görüşünden, zayıfın daima güçlüye
karşı mağlup olacağı fikri. Ve tabii çevreye daha fazla uyum sağlayanın daha
kalıcı olacağı inancı. Savaş için de, toplumsal hayat için de geçerli olan bu
diye inanyorlar. Bu firkir batıda da savaşın meşrulaştırılmasında etkili oldu. Atatürk bu saydığımız kitapların Türkçe
tercümelerini okuyor. Ancak 1930'dan sonra çok ciddi bir okumaya girişiyor.
Özellikle antropolojik çalışmalar üzerine çok okuyor. Sonunda şunu
söyleyebiliriz, Fransa'da ''Asır sonu dünyası'' denen ve Birinci Dünya
Savaşı'na kadar uzanan dönemin ve bu dönemin bu dünyanın ürünü olan pekçok
fikri benimsemiş biri Atatürk.
Yine
o dünyanın ürünlerinden etkilenmiş fikir adamları var Osmanlı'da da. Atatürk onlardan da etkileniyor mu?
Tabii
Garpçılar var, Türkçüler var ve bunlardan fazlasıyla etkilendi... Ancak
yazdıklarına bakacak olursak, aslında Atatürk ilk
defa Mısır'da Kahire'de çıkan Türk dergilerinde dile getirilen seküler ve
İslamiyetin Türkleri gerilettiğini öne süren bir milliyetçilik tezine inanıyor.
İkinci meşrutiyet döneminde bu milliyetçilik egemen değil ama Atatürk üzerinde
ciddi bir etki bıraktığını görüyoruz. Nitekim Atatürk'ü iktidarda da görüyoruz, Atatürk seküler
ve İslamiyeti bir parantez içine alan bir milliyetçilik geliştirmeye çalıştı
Türkiye'de...
Garpçıların
önemli isimleri Atatürk'e gelip 'biz yazdık siz gerçekleştirdiniz'
diyor. Bunlar o devirde hakikaten kolay kabul edilebilecek fikirler değil.
Hatta yazanlar da gerçekleşmesinden şaşırmış görünüyor galiba...
Biraz
marjinal fikirler bunlar. Şunu unutmamak lazım, çok büyük bir değişim ve
dönüşüm dönemi ve siyasetçiler buna ''Kabuk değiştirme dönemi'' diyorlar,
1918'den sonrasına bakacak olursak çok büyük bir değişim ve dönüşüm sözkonusu.
Çok uluslu bir imparatorluktan bir sürü ulus-devlet çıkıyor, bunlardan biri de
Türkiye cumhuriyeti. Ve bir imparatorluk için kabul şansı
olmayan fikirler resmi ideolojinin ayrılmaz bir parçası haline getiriliyor.
Bunu pekçok kez de yazdım, eğer Birinci Dünya Savaşı gibi bir savaş olmasaydı
Garpçılar'ın fıkirlerinin gerçekleştirilmesi ve resmi ideolojinin bir parçası
haline gelmesi son derece zor olurdu.
Garpçılardan
söz etmişken, onlar tarafından kaleme alınan kılık kıyafet devrimi, harf
inkılabı var, başka neler var?
Tekke ve
zaviyelerin kapatılması, medereseler yerine Fransa'daki College de France gibi
üniversitelerin açılması, fesin yerine şapka, latin alfabesine geçiş, kadının
toplumsal hayattaki yerini daha önemli hale getiren yasal düzenlemeler,
Yani
Kılıçzade Hakkı'nın ''Pek uyanık bir uyku'' adlı makale gerçeğe dönüşüyor.
Evet,
bütün bu fikirler daha evvel Osmanlı entellektüel çevrelerinde tartışılan
fikirlerdi. Dolayısıyla Atatürk'u bu fikirleri kendisi
üreten biri gibi görmemek lazım.
Bunun
elbette bir önemi yok ama sanki daha evvel vardı denildiğinde onu adeta bir
tenzili rütbeye uğratıyormuş gibi yorumlanıyor Türkiye'de..
Tabiki
önemi yok. Evet ama bunu dersek Atatürk'ün Türk toplumunun dönüşmesinde oynadığı rolü
küçültmüşüz gibi algılanıyor. Ama şöyle de bir uç noktaya gitmemek lazım,
''sonunda Atatürk de
başkalarının fikirlerini gündeme getirdi, kendisinin bir katkısı olmadı''!
Hayır, bu doğru değil, bunlara kendi yorumlarını getirmiştir ve çok büyük bir
inançla gerçekleştirmiştir. Mesela Latin alfabesine bir anda geçmiştir. Ya da
bir takım hukuki reformları medeni kanunun yani ittihatçıların hukuki aile gibi
değil de direkt batıdan alınması hadisesi çok çabuk olmuştur.
Bilinip
bilinmediğine dair bir emare midir, mesela Atatürk'ün kuvvetler ayrılığına kesinlikle karşı
olduğunu daha yeni yeni konuşuyoruz.
Evet
Taha Akyol kitabında bunu çok güzel yazdı, ki bu çok açık bir durum, Atatürk kuvvetler
ayrılığına değil birliğine inanıyordu. Nitekim Birinci Meclis Fransa'da ihtilal
sonrası meclisi andıran konvansiyonel bir meclis, yürütme yasama ve hatta onun
ötesinde istiklal mahkemeleri araclığıyla yargıyı da tek elde toplayan bir
meclis.
Bütün
bu anlattığınız değişimleri Atatürk'ün gerçekleştirmesinde sosyal darwnizme
inancının rol oyandığını ve kolaylıkla gerçekleştirebildiğini söyeleyebilir
miyiz?
Tabiki,
darwinizmin ve özellikle de sosyal darwinizmin Atatürk'ün üzerinde çok ciddi etkileri var. Kendisinin
ilginç fikirleri var mesela atalarımızın balık olduğuna, insanların onlardan
türediği yolunda. Yani Atatürk'de genel anlamda bir Darwinizm, özel anlamda da
sosyal darwninizmin çok etkili olduğunu görüyoruz. Bunun darwinist düşüncenin
toplumsal hayata uygulanmasının gerekliliği fikrini görüyoruz. Ki yani bu Atatürk'ün bir takım politikaları uygulamasında ve
uygulama biçiminde bunlara ve duyduğu inançta çok önemli bir rol oynamıştır,
Darwnizm şöyle bir inanç getiriyor, sonunda evrimi ve bunun nasıl bir yol
izleyeceğini anlayabilmek mümkündür, sosyal darwnizme inanalara bilimsel bir
güvence ve bilimsel meşruiyet sağlıyor. Bu güçlünün zayıfı mağlup etmesi ve
güçlü olunması gerektiği...
Atatürk üzerinde ''Bilimcilik'' ne kadar etkili
oldu?
Bu çok
derin ve önemli bir etki. Biz bugün Atatürk'ün birçok vecizesine baktığımızda eski deyimle
kelamı kibarına baktığımızda onları kendi bağlamında değerlendirmiyoruz. Bugün
o sözler ne manaya geliyorsa, bugün ne anlaşılıyorsa o sonucu çıkarıyoruz.
Mesela Atatürk'ün en meşhur vecizelerinden biri ''Hayatta en
hakiki mürşit ilimdir, fendir'' sözü. Bu sözün öncesi de var ama devamında
başka bir yol göstericiye inanmanın çok kötü olacağı belirtiliyor. Burada ifade
edilen bilimin önemi değil, sonunda bilimin dinin yerini alacağı bir geleceğin
toplumunun doğacağına dair bir fikir var. Ki bu ''Asır Sonrası Dünya''
dediğimiz o dönemde Bilimciler'in temel düşüncelerinden biridir bu. Yani
geleceğin dünyasının toplumunda din olmayacak yahut çok az insan için geçerli
-ki bunlar da tamamen entellektüel olmaktan uzak cahillerle kendini gösteren
bir taassup inancı olarak var olacak. Bu o dönemde dünyayı kasıp kavuran bir
fikir.
Atatürk'ün Bilimcilik inancının halktaki tezahürü
nedir, ona nasıl yansıyor?
Bu enteresan
birşey Atatürk ve
o dönem entellektüelleri Gustave Le Bon'un etkisiyle çok ciddi manada
''Elitizm'e, seçkinciliğe yönelir. Atatürk Gustave
Le Bon'un pekçok kitabını okumuştur, Gustave Le Bon da Atatürk'ten ''Dahi general'' diye ögüyle söz etmiştir.
O dönemin Garpçılar'ı ''Din avamın bilimidir, Bilim ise seçkinlerin dinidir''
derlerdi. Dolayısıyla dinin kitleleri modernleştirmede etkileyici bir silah
olacağı düşünülüyor ve adeta protestanlık reformu gibi bir dinde de bir reform
yapılması yönünde bir tezleri vardı.
Ve
sonuçta elitler için Atatürkçülük bir din, kült haline mi dönüştü?
Evet
bilim ve Atatürk seçkinlerin
dini haline geldi. Buna karşılık kitleler için islam ehemmiyetini korudu. Erken cumhuriyetin bu alandaki projesi sonunda başarısız
oldu, kitleler kendilerine verilmeye çalışılan modernleştirilen o protestanlık
benzeri reforma tabi tutulan dini kabul etmediler.
Atatürk
Ulusdevlet ve Kimlik Meselesi
1-Biz
kimiz, kim olmamız tasavvur edildi, kim olduk?
Çok
geniş bir konu tabii bu. Cumhuriyetin bir kimlik projesi vardı, daha doğrusu Cumhuriyet bir
kimlik yaratma projesiydi. İmparatorluk mirası olan kimliklerin ulus-devlet
kurma projesi dahilinde Türkiye bölgedeki tek ülke de değildi. Daha önce Osmanlıcılıkla bağdaşlaştırılmaya
çalışılan bir ideoloji de yeni dönemde başlı başına resmi ideoloji haline
getirildi ve sonra da bunun üzerinden bir kimlik projesi oluşturuldu.
Osmanlının son dönemlerinde geliştirilen Türkçülük ilk başta kültürel bir hareketti daha
sonra siyasi milliyetçiliğe dönüştü. Bütün bu gelişime rağmen ama bu anlayış
ittihat Terakki üzerinde Balkan Harbi sonrasında 1912-1913 sonrasındaki
etkisine rağmen ''Osmanlılık'' sınırları içinde tutulmaya çalışıldı. Bu
Türkçülüğü Osmanlılıkla bağdaştırma zorunluğu vardı. Bu Türkçülük erken cumhuriyet Türkçülüğü
gibi milliyetçilikten başka bir sınır tanımayan, istediğini söyleyebilen bir
ideolojiye çeviremezdiniz. Çok uluslu bir imparatorlukta bunları yönetmek
istiyorsanız, sınırsız erken cumhuriyetin yöneldiği gibi bir
milliyetçiliğin imparatorluğu çökerteceği varsayılıyordu ki, bu doğruydu. Bu
ideoloji Cumhuriyetle beraber zincirlerinden kurtuldu. Artık
Osmanlı ideolojisiyle Türkçülüğün bağdaştırılması gibi bir takım sınırlar
gerekmiyordu, hatta Osmanlı geçmişi reddedildi bir anlamda. ''Türkler'in parlak
geçmişi'' tabiri caizse Osmanlı dönemini by-pass etti. Türkler'in geçmişi 9 bin
yıl evveline neolitik çağa dayandırıldı, ilk uygarığın Türkler'e ait olduğu
hatta ilk lisanı da onların konuştuğu.. Böylece Osmanlı geçmişi de parenteze
alındı, bu parlak geçmişin en kötü dönemi haline getirilip böyle
kavramsallaştırıldı. Bu milliyetçiliğin Osmanlı döneminden farklı olarak
seküler vurguları çok güçlüydü.
Bu
milliyetçilikteki seküler vurgularda Osmanlı impartorluğunun çok uluslu olması
mı yoksa İslamla ilişkisi mi etkili? Bu tercihte ne rol oynuyor?
Hayır,
çokuluslu bir imparatorlukta da seküler milli hareket olabilir. Sorun Osmanlı'nın
son dönemde bir Türk-islam sentezi milliyetçiliğe yönelmesidir, Ziya Gökalp'te
mesela bunu görürüz.
Kurtuluş
Savaşı'ndaki milliyetçilik anlayışını bir yana bırakırsak, ki orada söylemiyle
çokuluslu bir toplumu harekete geçiren başarılı bir kumandan siyaset adamı
Atatürk- bu milliyetçiliğin evrimi nasıl oldu, safha safha...
Eric Jan
Zücker'in çok kullandığı bir deyim var bu dönem için, ''İslam Milliyetçiliği''
diyor. Atatürk mecliste sadece Türk değil Kürtler'e Çerkezler'e de sesleniyor,
İstiklal harbinde de bu söylem var. Islamın son hilafet merkezini kurtarmaya
çalışıyoruz, Endülüs'te olanlar olmasın, islamı temsil, hilafetin son merkezini
koruma gibi. Atatürk açıkça Kürtler'e Çerkezler'e vurgu yapıyor müslüman
mülliyetçilik yapıyor. Bazen de ortak bir camia olunduğunu ve bunun ortak bir
savaş olduğunu ve bir taraftan da bunun Türkçü bir hareket olmadığını
vurguluyor. Bu tabi siyasi bir pozisyon. Daha evvel yazdıklarıyla da daha
sonrakilerle de uyuşmuyor. Mesela içinde kadınların da olduğu Paris önlerine dayanan
Türk cengaverler ifadesi var bu yazılarında Atatürk'ün. Bu çok seküler bir Türk
milliyetçiliği. Ancak bu retoriği Kurtuluş Savaşı'nda tamamen bir kenara
koyuyor. Bu şayet yapılmasaydı zaten bir Türkçülük hareketine dönüşseydi, başarı şansı
çok azalırdı. Ayrıca bu harekete Hint müslümanlarından çok büyük destek
geliyor, yani Atatürk'ün bu söylemi kullanmasının bir nedeni var, durup
dururken bu dili kullanıyor değil.
Kurtuluş
Savaşı sonrasında varolan milliyetçilikde Ziya Gökalp etkisi ne kadardır?
Atatürk
üzerinde bir Ziya Gökalp etkisi var. Cavit Orhan Tütengil bunun çalışmasını
yaptı. Tabii tesiri var ama Ziya Gökalp'in fikirleri erken cumhuriyet üzerinde
bile çok etkili revaçta fikirler değil. Bu anlamda savaş sırasında çıkan İslam
mecmuasında savunduğu bir Türk islam sentezi ortaya çıkartan islamın çok önemli
rol oyanadğı bir milliyetçilik. Cumhuriyetin geliştirdiği ise seküler laik bir
milliyetçilik, bu ikisi uyuşmuyor. Zaten cumhuriyetle beraber yeni bir milliyetçilik ve yeni bir
kimlik tanımı görünüyor. Bu milliyetçilik 2 temel zincirden de kurtuluyor.
Osmanlılık zincirinden ve İslamdan..Bu milliyetçilik kendisini seküler
parametrelerle tanımlıyor, ve bu parametrelerle yeni bir ulus yaratılmak
isteniyordu.
Sosyolojik milliyetçilik sonra seküler sonra antropolojik
milliyetçiliğe geçiş nasıl seyretti?
Erken cumhuriyet 1930'lar öncesinde de sosyalojik milliyetçilikde seküler ve laik parametreler geçerliydi. Hiçbir zaman Ziya Gökalp'in düşündüğü biçimde bir sentezi üretmeyen bir milliyetçiliti bu. Ancak daha sonra bu da bir kenara atılıp antropolojik milliyetçiliğe geçildi..
Erken cumhuriyet 1930'lar öncesinde de sosyalojik milliyetçilikde seküler ve laik parametreler geçerliydi. Hiçbir zaman Ziya Gökalp'in düşündüğü biçimde bir sentezi üretmeyen bir milliyetçiliti bu. Ancak daha sonra bu da bir kenara atılıp antropolojik milliyetçiliğe geçildi..
Yani
sosyolojik derken bugün de ara ara sözünü ettiğimiz Türkiyelilik gibi ama
sonrasında da en vahim şekline mi?
Antropolojik
milliyetçilik daha ziyade ırk temelli bir milliyetçilikten söz ediyoruz. Türk
tarih tezi ciddi anlamda fiziki antropolojiye dayanan hatta diffiyonist yani
yayılmacı antropolojik fikirler etrafında şekillenen bir kuramdı. Buna göre
Türklerin tarihi neolitik çağa 9 bin yıl öncesine gidiyordu, ilk lisanı
kullanan da onlardı.
Atatürk
bir millet tasavvur edip buna uygun bir tarih yazmayı mı geçti, yoksa eldekiyle
ancak bu mu çıkar dedi? Aynı dönemde batıda da antropolojik milliyetçilik
zirvede...
Ben şuna
katılmıyorum bazı akademisyenler bizdeki fiziki milliyetçilik kaçınılmazdı,
fiziki antropolojik bir milliyetçilik ve kimlik yaratma zorunluluğu vardı
diyorlar. Hayır, böyle bir zorunluluk yoktu, bu bize dönemin dayattığı bir
zorunluuk değildi..
Bu
dönemde Kürt yok, Çerkez yok...Türk de henüz üzerinde çalışılan yeni icad
edilecek bir kimlik mi?
Tabii
yeni bir kimlik yaratılacak, Türkler'e ''siz ne olduğunuzun farkında
değilsiniz, siz kendinizi Müslüman gibi bir kimlik tanımı yapıyorsunuz, yanlış
yoldasınız'' deniyor.. Hatta Türk tarihinin anahatları kitabı yani Afet inan ve
diğer tarihçilerin çalışmalarının yayımlandığı bu çalışma daha sonra 4 ciltilik
lise tarih kitabına temel teşkil edecek.
Türkler'in
ne kadar üstün bır ırktan geldiğinin farkında olmadıkları ve Yahudilere ait bir
takım safsatalara kaptırmış durumda oldukları vurgulanıyor ve sizin gerçek bir
kimliğiniz var, farkında değilsiniz ve şimdi bunu yapma zamanı ve biz bunu
yapacağız deniyor. Sizin parlak bir geçmişiniz var neolitik çağa giden, İslam ve
Osmanlı geçmişiniz değil parlak olan bu onun en kötü dönemi.. Neolitik çağda 9
bin yıl önce Ortaasya'da ilk medeniyet üretenler Türk deniyor.
Bunu
yaparken nasıl bir yöntem izlendi, Atatürk şöyle şöyle birşey mi yazın dedi?
Hayır,
şöyle birşey yazın demedi. 31-41 arası bu 4 ciltlik tarih kitabı tamamen böyle
bir tarih anlatır. Ayrıca materyalist bir tarih yaklaşımı sözkonusudur. Wels'in
çok etkisi var bu yorumda. Dünya Tarihi kitabı var, aslında tarihçi değil Wels,
tabii bilimlerle uğraşıyor ama kozmozun ortaya çıkışı ilk canlılar ve Darwinist
bir yorum söz konusu.
Atatürk
okuduklarından mı etkileniyor yoksa tasavvur ettiğine uygun fikri temeller mi
arıyor?
İkincisi
daha doğru. Atatürk'ün bu konuya ilgisini arttıran şey Türkler'in bir takım
kitaplarda sarı ırka mensup olduğu bunun da ırk hiyerarşisine göre alt tabaka
ırk manasına geldiği yönündeki görüşler. Atatürk Afet İnan'a ''Bunu araştır ve
doğru olmadığını ispatla'' der. Afet İnan ilk çalışmalarını yapar sonra meşhur
antropolog Eugene Pitard'ın yanında çalışır, tez yazar. Atatürk'ün ölümünden
hemen sonra devlet bütçesiyle 64 bin kişi üzerinde kafatası ve kemik ölçümü
yapar. Antropometrik harita çıkartılır. Pitard önsözde tezi yönetenin kendisi
olduğunu ama fikir babasının Atatürk olduğunu belirtir.
Aynı
dönemde Ne Mutlu Türk'üm tezi de geçerli mi? Nasıl yorumlanıyor?
Osmanlı'nın
son döneminde de Namık kemal'in yazılarında da bu anlayış Osmanlılık üzerinden
var. Ne mutlu Türk'üme benzer bir söylem..Antropolojik milliyetçilik döneminde
de geçerli. Ancak kapsayıcı milliyetçilik insanlar kabul edince iyi bir şeydir
ama kabul etmeyince ne diyeceksin?
Atatürk
öyle hissetmeyip kabul etmeyenlere karşı nasıl bir politika izliyor?
Tek
parti dönemi baskıcı politikalar izledi, ancak sonrasında çoğulcu siyaset
başladıktan sonra da toplum o kadar içselleştirdi ki devam etti. Son döenmde
Türkiye'de apolojetik bir tarihçilik türedi, 30'larda, 40'lardaki uygulamanın
orada kaldığı yazılıyor, hayır öyle olmadı, bugün de hala çok ciddi bir tortusu
var.
Bugün
Türkiye'de cumhuriyetin 30'lu yıllarını çok sert eleştirenlerin bile özellikle
yönetici sınıf için soruyorum, farkında olarak ya da olmayarak aynı nizamda
düşündüklerini söyleyebilir miyiz?
Bu
anlamda tek parti iktidarının ideolojisini red ettiğini sananlar bile onun parametrelerinin
dışına çıkamıyorlar, alternatif geliştirdiklerini düşündüklerinde dahi.
KAYNAK:HT GAZETE
KAYNAK:HT GAZETE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder