TAHTA PARÇASI, AY ve YILDIZ
Gaziantep’te yapılan bombalı saldırı sonucunda, çok sayıda
vatandaşımız hayatlarından olurken, bu haksız ölümlerin sorumlusu olan örgüt ve
örgüte destek veren sivil halk, zamanında kendilerinin maruz kaldığı ve haksız
olduğunu düşündükleri acımasız yöntemleri kendileri de kullandılar ve insani
duygulardan yoksun olduklarını göstermiş oldular. Yöneticiler de, prestij
uğruna adım atmayı geciktirdikleri için, bu vebale biraz daha ortak olmuş
oldular. Ne yapacağını bilemeyen, geleceğe çözüm için umutlu bakamayan bir grup
vatandaş, sosyal paylaşım sitelerinde duyarlılıklarını sergilediklerini
düşünürken; çözümü çok iyi bildiğini düşünen ve yetki kendilerine verildiği
takdirde bu işi çözeceğini hatta sonsuza kadar bir daha sorun olmayacağını
iddia eden bir grup vatandaş da, üzerinde kafa yormaya zahmet dahi edemediği çözüm
düşüncelerini-sanki kırk yıllık tecrübe sahibiymiş gibi- bizlere lütfettiler.
Ülkemizdeki vatandaşların belirli kesimlere ayrıldığı ve konu ile alakalı
farklı, uç ve keskin düşüncelere hakim oldukları aşikardır. Terör yanlısı
vatandaşlarımız ise, bir yandan hak ve özgürlük talep ederken, öbür yandan
masum insanların öldürüldüğünü görüp, kafalarındaki özgür düşüncelerini, ağır
basan saplanmış düşüncelere tercih edemiyor ve o an için de olsa doğruları yine
söyleyemiyor. Bu olaylara bir ideolojinin zaferi olarak bakanlar, arada can
verip giden binlerce masum insanı, ticarette alışveriş malzemesi olarak
kullandıkları para olarak mı görüyorlar? Kim daha çok kan ve kemik kazanırsa o
mu kazanmış olacak? Bu canı siz mi bahşettiniz ki, almaya cüret
edebiliyorsunuz? İdeolojilerini desteklemek uğruna demokrasiden, insan
haklarından ve Avrupa hukukundan söz eden ey halkım, siz konuştuğunuz ve vaat
ettiğiniz onca hayallerinizi neden kullanmaktan çekiniyorsunuz? Vaat ettiğiniz
demokrasi anlayışı ve o müthiş ve ütopik hukuk anlayışınız bu mudur?
Unutmayınız ki, yalanlarla inşa ettiğiniz ve kullanmayı dahi bilmediğiniz o
araçlar, zaten hiçbir zaman sizin olmamıştır. Gerçi, Avrupa’da ve tüm
dünyada , devir değiştiren ve yeni
akımları ve fikirleri ortaya çıkaran hareketlenmeler, hep kanlı olmuştur.
Dünya’da bunun birçok örneği mevcuttur, en yakın örnek de Arap baharı ve Suriye
olaylarıdır. Devrim yapmayı silahlarla zanneden topluluklar, yapılan bu
devrimlerim geleceğe nasıl bir katkı yapmasını bekliyorlar? Bir insan
topluluğunun fikrini, belki o an için, silah zoru ile korkutarak,
değiştirebilirsiniz; fakat gelecek vaat ettiğiniz bu insanlara
verebileceklerinizi bilmeden, nasıl çok bilgiliymiş gibi konuşabiliyorsunuz?
Kanla yapılan mücadeleler, gönüllere-akıllara-çıkarlara hizmet etmek
zorundadır.; eğer bunlar göz ardı edilirse, bu tip hareketler hiçbir zaman
başarılı olamaz. İşin içinde illa kan olacaksa, buradan çıkacak hak, demokrasi
ve özgürlük vaatlerinin ne kadar ütopik olduğu görülebilecek vaziyettedir. Zira, demokrasilerde dahi, hep güçlü olanın sözü geçiyor; sanki zayıf olanın düşünecek beyni yok ve onun düşünceleri önemli değil. Saplantılı düşüncelerin hangi biri senelerdir bu dünyada hüküm sürüyor?
İdeal Bir Düzen Nasıl Olabilir?
Her vatandaş üzerine düşen görevi yapmak için duyarlılıktan
bahseder, peki duyarlılık nedir? Her büyük kanlı olaylardan sonra, duyarlılık
dediğimiz kavramın gereklerini gerçekleştirme gereği duyarız. Fakat, bu
duyarlılık hareketleri ,aradaki bağların zayıflığından ötürü genellikle
bireysel düzeyde kaldığı için,
insanların sadece kendi vicdanlarını tatmin etmesi dışında başarısız olmuş
olur. Çok acıdır ki, bu tip olaylara toplumumuz fazlaca alıştığı için, zaten
zayıf olan bağlar kopar ve olaylar kısa bir zaman sonra unutulur gider. Bu
nedenle, duyarlılık; sabırla bekleme, vakti geldiğinde söylenen sözleri
unutmayıp düşünce tarzından vazgeçmeden hedeften sapmama ve hassasiyeti her daim sergileyebilme hüneridir. Mesela, topyekün katıldığımız Kurtuluş
Savaşı’nın başlamasına karar verilmeden ve bu harekete önderlik edecek liderin
hemen ortaya çıkmasından evvel, milli birlik ve bütünlüğün tam anlamıyla sağlanamamasından
ötürü, hedeflenen amaca ulaşmak için uygulanması gereken yöntemler
bilinmiyordu. Milli birliğin oluşması ve koordinasyon anlayışı, bu tip
mücadelelerde atılacak her adımdan çok daha önemlidir. Çağımızın şartlarına
bakarsak, bu tip lider bekleme devirleri geçmiş gibi görünüyor ki zaten yeni ve
etkili liderler gelse dahi, her daim liderlerin politikalarına bel bağlanması
ülkelerin çöküşünü getirir. Bu nedenle, tüm vatandaşların ,bir bütünlük
oluşturarak, yaşadıkları toprakların değerini bilmesi ve ülke sorunlarını yakından takip etmesi gerekir. Meseleye bakarken, duyarlılığı kaybetmek ve bu tip olaylara alışmış olmak bile bu
bütünlüğün sağlanamadığını gösterir.
Yeni isteklerde bulunan ve yeni akımlar başlatan insan
topluluklarının ihtiyaçlarını görmek yerine, toplumun sadece belirli bir
kesiminin çıkar amaçlı yaptığı eylemlerden ötürü, devrin geçici akımlarının
etkisine kapılıp, o toplumun tümünü yapılan çirkin işlerden dolayı sorumlu
tutarsanız ve en etkili silahın akıl olduğunu görmek yerine mermi olduğunu
düşünürseniz, sizin en etkili silahınız olabilecek olan demokrasi anlayışı size
karşı kullanılan bir araç haline gelir. Bu tip eylemler daha büyüyerek,
toplumsal bir sorun haline gelir ve birlik ve bütünlüğü zedeler. Geçmişte
yürütülen yanlış politikalar, uzun zamandır var olan çok farklı boyutlara ulaşmamış bir sorunu, devasa boyutlara ulaştırmış durumdadır. Devlet yapısı, çağını bilmeyen
yöneticileri kaldıramaz. Çağın gereği, çeşitli düşünce akımlarından etkilenen
toplulukları susturmak değil- ki bunu yapabilecek güce de sahip değilsiniz-
bilakis onların taleplerini dinlemek ve devletin bu sorunlara karşı duyarlılığını
göstermektir. Çünkü; devlet dediğimiz kavram- çağımızda amacını aşan boyutlarda
kullanılsa dahi- vatandaşların kendi iradeleri ile belirledikleri bir düzenden ibaret olmalıdır; çünkü dünya gittikçe gelişiyor ve fikir akımları daha da büyüyor. Dolayısıyla, gelecekte, günümüzde olanların ışığında, yeni bir devlet anlayışının ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Dünyanın değişimine ve gelecek olan yeni çağların gereklerine göre, geleceği
şekillendirecek somut adımların atılması ve sistemli yönetim anlayışı
devletimizin temel ülküsü olmalıdır. Devlet, belirli bir ideolojiye hizmet
edemez, çünkü devletin içerisindeki her kesimden topluluklar, kendilerinin tek elden ve
adaletli olarak olarak yönetilmesini istediği için devlet sisteminin
gerekli olduğunu düşünürler. Devlet içerisindeki iktidarın görevi, halka güç
gösterisi yapmak değil, halkın çıkarlarını korumak ve refahını sağlamaktır.
Mükemmel olan mümkün olmadığı için, kusursuz bir biçimde her kesimi memnun etme
anlayışı zaten bir ütopyadır; fakat devletin bir ülküsü ve sistemi olursa,
iktidarlar ve tüm yöneticiler sadece birer aracı konumuna geleceklerdir. Bu
nedenle, çağımız, kestirme yollardan günü kurtarmaya yönelik sorunları aşma
dönemini değil, geleceğe daha emin bir biçimde bakabilmek için halkın
taleplerini dinlemek ve halkın içerisinde bulunan her topluluğa eşit mesafede
yaklaşarak ayrımcılık gibi bir kelimenin dahi kullanılmayacağı bir toplum
yaratmayı gerektirir.
Çözüm, Politika,Tarih ve Gelecek
Ülke içerisinde taleplerini sert bir şekilde de olsa dile
getiren, belirli kesimlerin başlattığı ayaklanma hareketi; yanlış uygulanan
politikalar sebebiyle bir halk hareketine dönüşmüş, farklı bir boyut kazanmış,
silahlı gerilla kuvvetleri ile birleşmiş; sonuç olarak günümüzde bu iş terör
boyutunu aşmıştır. Vahşice yöntemler dahi olsa istediğini elde etmek isteyen bu
örgütün destekçisi olarak, oluşum içerisinde bulunan ve özgürlük-hak-talep
üçgeni çerçevesinde dönüp duran ve taleplerini dile getiren bazı sivil hareket
kesimleri de, bu oluşumu milli bir harekete dönüştürme niyetiyle silahlı-kanlı
örgütün destekçisi olmuş, çıkarlarını ve demokrasi taleplerini, demokrasinin
gereklerini bilmiyormuşçasına , kendilerine göre yeniden evrimleştirmişlerdir.
Rivayetlere göre, 1571 Lepanto(İnebahtı) yenilgisinden sonra Sokollu Mehmet
Paşa’nın söylediği klasik bir söz vardır ve bu sözünde kesilen sakalın daha gür
çıkacağını söyler. Bu hareketin sadece askeri kuvvet ile bastırılabileceğini
zannedip, zamanında belirli kesimleri ihmal eden yanlış politika anlayışı, kol
kesmeyi denemiş, fakat o kolun gövdeden ayrılamayacağını görememiş ve sakalın
iyice gürleşmesine sebebiyet vermiştir. Artık, bugün ramazan bayramıydı, şu
vakit iftar vaktiydi, şu vakit uyku halinde idik gibi örgütün hazırlıksız
yakalayacağını bildiği zamanlarda saldırdığını söyleyen ,sızlanıp duran ve
önlem almaktan aciz sorumlular, icraat kabiliyetinden yoksun olduklarını görsünler ve şikayet etmeyi bıraksınlar. Bir takım
bahanelerle, halkı oyalayarak ne yapacağını bilemeyen endişe dolu bakışlarla
sadece bir takım kötü temennilerde bulunan yöneticiler; çağımız strateji
politikalarını ve insanları idare etme anlayışı konusunda en azından fikir
almayı tercih etmelidirler. Çeşitli fikirlere saygı göstermek ve ortak adımlar
atmak bu tip olaylarda çözümü kolaylaştırır. Tabi, iktidar gücünü elinde
bulundurmayan siyasi gruplar, bu adımlarında kendi çıkarlarını göremiyorsa ve
fikir dahi vermek istemiyorsa, o zaman onlar da bu suçluluk durumuna ortak olmaktadırlar.
Bu meselenin farklı bir boyut kazandığı ve bunun sonucunda
olayların dış politikaya da yansıdığı, hatta bu olayların dış politika kökenli
olduğu açıktır. Günümüzde, ülkeler arası diplomaside, belirli kozlar elde
edebilmek adına, rakip ülkelerin ve kukla ülkelerin zafiyetlerini görüp onların
üzerinden klasik bir takım kurguları hayata geçirmek, geleneksel bir yöntem haline gelmiştir. Ülke
içerisinde, milli birlik ve beraberliğin olması, ülkemizi bölgede önemli bir
güç haline getireceği için; bu meselede ve atılan her uluslar arası adımda,
önemli dış güçler ülke içi siyasete tesir ederek, göz boyayan bazı vaatler ile
kışkırtmalar yapmaktadır. Bu politikalar karşısında da sızlanmayı bırakmalı ve
çağın gereklerini yerine getirmeliyiz. Çünkü, devletler arası denge sistemi dediğimiz bu yeni siyasi yöntem, çok uzun zamandır dünya üzerinde geçerliliğini koruyor. Bu herkesin bildiği klasik söylemlerden
sonra, çok önemli ve herkesin sorduğu bir soruya sıra geliyor: Çözüm nedir?
Açıkçası, bu konuda, iktidar sahiplerinin dahi net bir fikre sahip olduklarını
sanmıyorum; zaten gerçek iktidar sahibi de halkın kendisidir. Meselenin
beynelmilel boyutlara ulaşmasından dolayı, çözüm için atılacak adımlar iyice
yoğun çaba gerektiren bir hal almıştır. Bu sorunun, bir azınlık isyanı gibi,
yani Osmanlı Devleti’nin uzun süre boğuştuğu milliyetçi ayaklanmalarla aynı statüde
olduğunu kesinlikle reddediyorum. Zaten, ülkemizde var olan çeşitli gruplar azınlık statüsünde değildir; modern devlet anlayışına göre bu toprakların üzerinde yaşayan her vatandaş eşit hak ve özgürlüklere sahip olmalıdır ve kendini bu topraklar üzerinde yaşayan her vatandaştan farklı görmemelidir. Tarihsel süreçte bu olaylara göz atılırsa; Sultan 1.Selim’in doğu ülkelerini
fethi ile beraber, Osmanlı Devleti’ne bağlanan Kürt Beyleri, Sünnilikten
kaynaklanan kuvvetli bir bağ ile, devlet yapılanmasına her zaman destek
olmuştur. Ümmetçiliğin dahi gözden düştüğü dönemde, Arap Suudi Emirlikleri'nin
isyanına benzer şekilde ayaklanmamışlardır. Çünkü; Anadolu topraklarında bu
milli sentez, Selçuklu zamanlarından beri süregelmişti; Anadolu’nun her
karışında yeni bir kültür ve milli bir kimlik oluşmuştur. Milli kimlik, etnik
kökenlere göre değil, üzerinde yaşanılan toprakların kıymetini bilme, hoşgörülü
bir biçimde beraber yaşama ve yaşanılan ülkenin çıkarlarını her daim savunmadan
geçer. Milli kimliğe, antropolojik anlamlar yüklemek çok anlamsızdır; günümüz
dünyasına göre düşünen beyinlerin geleceği de görebilmelerini tavsiye ederim.
M.Ö en eski tarihlerden beri var olan bu Anadolu kültürü ve Anadoluluk, bugün
en güzel halini almıştır. Bu toprakların üzerinde yaşıyorsak, yaşadığımız topraklara ihanet etmemeli ve dış güçlerin kışkırtmasıyla iç çatışmalara sebep olabilecek her türlü oyun karşısında mantıklı
düşünmek zorundayız. İşte, bugün toplum olarak, milli bir bilince sahip
olabilmek, bu devlet içerisindeki her vatandaşın bu ülkeyi sahiplenmesinden ve
iktidarın esasen kendisinde olduğunu anlaması açısından, kendi ülkesinin
çıkarlarını korumasından geçer.
Sonuç olarak, yaşanılan tüm bu acı olayların, bir terör
havası estirmek ve ülkeyi birbirine katmak amacıyla yapıldığı aşikardır. Olayın
ne kadar çıkarcı bir biçimde düşünüldüğünü şu şekilde gözler önüne serelim:
Gaziantep’te yapılan saldırıda, o an orada bulunan her vatandaşın Türk kökenli
olduğu nereden biliniyordu? Antropolojik bir takım testler yapılmadığına göre,
bu olaya milliyetçi bir ayaklanma ve sonuna kadar haklı bir mücadele gözü ile
bakmak mantıklı bir insana yakışır mı? Amaç, sadece kontrolsüz ve büyük ses
getirecek eylemler yapmak ve bunlar ile mutlu sona ulaşmak olduğuna göre,
olayların kendi tanımlamalarına göre milli bir amaçtan çok, fakirin sırtından
çıkar amacı taşıdığı anlaşılıyor. Günümüzde popüler olan belirli izmlere bağlı
olduğunu iddia eden bu hareketi yönetenler, sadece kağıt üzerinde kullandıkları
fakat uygulamaya geçiremedikleri bu izmlerin hangi fikirleri içerdiklerine bir
daha bakarlarsa memnuniyet duyarız.
Sonuncu ve en içten görüşüm olarak; ay ve yıldızın bir gökte
bir de gönderde çok daha anlamlı durduğunu düşünüyorum. Geceyi aydınlatan ay ve
yıldızın üzerine karanlık çöktürenler, bir medeniyetin timsali olan bayrakları
da yakıp yıkmaktan çekinmeyenler, daha kaç tahta parçasının daha bayraklara
doyması gerekecek? Yıldızlar da gökte dururlarsa daha güzel olur, zira
analarımızın saçlarında yıldız görmekten bıktık.
Murat AY-PaüTf Öğrencisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder